Özel Haber »

“Sünnilik Ve Şiilik Diye Bir Dinimiz Yoktur” Sözüne Dair İlmi Tahlil

Son günlerden çokça tartışılan “Bizim Sünnîlik diye bir dinimiz yoktur, Şia diye bir dinimiz yoktur, tek dinimiz İslâm’dır” sözünün ilmi ve tarihi açıdan tahlili.

Devamını Oku... »
Makaleler

İslam, İbadet Rehberi, Fıkıh, Akaid, Tefsir, Güncel Yorumlar

Reddiyeler

Batıl Fırkalar, Batıl İnançlar, Bidatlar, Güncel Reddiyeler, Dinler Arası Diyalog

Kültür – Tarih

İslam Tarihi, Osmanlı Tarihi, Padişahlar, Tarihi Arşiv belgeleri, Vesikalar, Mecmua nüshaları

Unutulmuş Sünnetler

Sünnetin Önemi, Günlük Sünnetler, Hilye-i Şerif, Siyer-i Nebi, Riyazü’s Salihin

Boykot Kelimeler

Uydurma, Yersiz, Manasız, Boykot Kelimeler

Anasayfa » Makaleler


Sinema mı Daha Etkili Cami/Medrese mi ?

Sinema mı Daha Etkili Cami/Medrese mi ?

“Bir caminin menzili ancak bir kaç kilometredir. Bir okulun/medresenin kapsadığı mesafe beş on kilometrekare… Ancak sanat menzilsizdir. Bir filim 40 bin kilometreyi yani bütün dünyayı kapsar. Sanatın, filmin gücü bütün dünyayı dolaşır.” demiş Minyeli Abdullah ve Hür Adam filimlerinin yönetmeni Mehmet Tanrısever.

“Neden filim çekmeye başladınız?” sorusuna böyle cevap veriyormuş.. Ve bu sözü öyle tutmuş ki bir vecize gibi bazı kesimlerce kabul görmüş.

Değerli okurlarım ne dersiniz? Gerçekten sinema cami ve medreseden daha mı etkili? Medreselerde ders okutan allamelerin, camilerde vaaz eden hocaların yapamadığını, tekkelerde dergahlarda halkı irşat ile meşgul olan Meşayıhın sağlayamadığı etkileri iki üç saatlik filimler mi yapacakmış ?

Lafla peynir gemisi yürümez, Halep oradaysa arşın burada. Buyursun yapsınlar.  Bu iş bu kadar kolaysa kimse durmasın herkes yapsın. Hatta biz de kapatalım medreseleri dergahları vakit kaybetmeden başlayalım filim çekmeye ve millet topyekun irşat olsun! bir anda herkes ilim amel ihlas sahibi olsun!.. Yapmadılar mı filmlerini.. yaptılar!. Üç beş saatlik değil, oturup izlenecek olsa aylar yıllar sürecek kadar dini(!) film dizi sinema vs mevcut bugün. Hepsi vizyona girdi, hepsi izlendi.. aylar yıllardır da izleniyor. Hele bazıları o kadar izlenmiştir ki sahneleriyle müziği ile kare kare nota nota zihinlere kazınmış durumda. Alın işte bir Çağrı filmi, bir Ömer Muhtar, Minyeli Abdullah, Ashab-ı Kehf, Hz Meryem ve izlenme rekorları kıran Yalnız Değilsiniz filmleri.. Bu filimler sinema zincirleriyle tüm türkiyeyi on kere dolaştılar, televizyon video marifetiyle girmedik ev, görmedik göz bırakmadılar.. Bırakmadılar da ne oldu ? Türkiyede ne değişti ? Sinemayla yola gelmiş bir cemaat gösterin, film izlemiş de şuurlanmış genç gösterin.. En etkili sahne denildiği yerde bile o an bir iki iç geçirme, hafif bir hislenip azıcık göz yaşarmaktan öte kimseye bir şey tesir etmiş değil. Minyeli Abdullah filmi Yozgat sinemasında oynadığında bende oradaydım (yaşım 14) ve filimden belki de en çok etkilenenlerden biriydim göğüsüm taşmış sinemi zorlamıştı.. ama bu etki sinema salonunda başladı ve orada bitti. Hayatıma gidişatıma hiçbir şey katmadı.

Bana nasıl katsın ki.. ben bir filmi hayatımda bir kere en fazla iki kere izlerim. Orda konuşulan anlam yüklü(?) sözleri ya kulak verir dinlerim veya takip edemez bir çoğunu atlarım.. Ama film artistleri.. o rolü oynamak için bazen aylarca çalışırlar, o sözleri ezberlemek için kafa patlatır, defalarca okurlar.. ve hatta kılık kıyafetlerine bürünür adeta teneffüs ettikleri havayı solurlar.. Böyle iken bile bir Müslüman rolü oynamış da bu sebeple Müslüman olmuş, evliya rolü oynamış da evliya olmuş artiste rastlayamazsınız. Artist aynı artist, eski hamam eski tas..

Yalnız değilsiniz filminde başrol oynayan kadın oyuncuyu hatırlayın. Üniversite okurken hidayete erip tesettüre giren, bu uğurda çok sıkıntılar çeken ve hatta öz annesiyle bile mücadele eden bir kızı canlandırıyordu.. Filim Türkiye’de çok tuttu uzun süre konuşuldu. Muhabirin biri, başrol oynayan o kadına sordu: Oynadığınız rolden etkilenip kapanmayı (tesettüre girmeyi) düşünmediniz mi? Ne demişti artist kadın: Ne yani bir komünist kızı oynasaydım komünist mi olacaktım! Hele Minyeli Abdullah filminde başrol oynayan artiste ne dersiniz.. Rol icabı hayatını ALLAH yolunda din hizmetine adamış, bu uğurda hapislere düşmüş karısından boşanmış yuvası dağılmış işinden olmus dostları tarafından terk edilmiş ama bu yılmamış haktan ayrılmamış sabırla devam etmiş ve sonunda muvaffak olmuş bir mücahit rolu oynuyor. Yansıtmaya çalıştığı misyon pek ala, temsil ettiği dava çok  kutsi, filimde sarfettiği sözler gayet anlamlı, maneviyat yüklü.. Etkilenecek olsa evvela söyleyenin terennüm edenin etkilenmesi lazım.. o artistin ağırdan da olsa ALLAH yoluna girmesi lazım ama nerde.. Bizim Minyeli sahte Abdullah set dışına çıkar çıkmaz, daha teri kurumadan sefahat dünyasına dalar, nikahlı-nikahsız ilişki içinde olduğu kadınlarla paparazzilere cesurca pozlar verir, ehl-i dünya gazetelerde boy boy resimleri teşhir edilir. Halkı şuurlandırması beklenen o filmlerin birinci muhatapları, defaten uyguladıkları, çalışıp ezberledikleri ve kendi ağızlarıyla söyledikleri o hakikatli sözlerden kendileri hiç etkilenmiyorsa, izleyenler mi bunların yapmacık hareketlerine sahte sözlerine kanıp yola gelecekler !? ALLAH şifanızı harama koymadı[1] . Ağızdan çıkan bir sözün ulaşacağı yer dinleyenin kulağıdır. Kalpten gelmeyen söz kalbe girmez. Sinema, artist, oyuncu, suflör, senaryo, film ve tiyatronun hal-i pür meali budur.

Buna karşılık bakınız ALLAHın Nurunu kainata yayan Hz Rasulullah sas ve Sahabilerine, Fıkhı tüm dünyayı saran İmam-ı Azam, İmam-ı Şafilere.. Tarikatı bütün bölgelere ulaşan Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir Geylanilere.. Bunların ne sinema ne televizyon ne de radyoları yoktu. Hatta gazete dergi ilam da basıp dağıtmadılar. ama hizmet ve tebliğde, insana ulaşma, zihinleri etkileme, kalplere nüfuz etmede hiç kusur ve noksanlık yapmadılar. İnsanlarla bire bir etkileşime girdiler camilerde tekke ve medreselerde tek tek adam yetiştirdiler sonuçta kitleleri etkilediler, milyonları peşlerinden sürüklediler.

Eskiden o alet ve imkanlar yokluğuna ifa edilen hizmetin sıfatı böyle iken, şimdilerde cihadı ülke sathında büyük kalabalıkları tutuşturmuş olan İmam Mahmud Efendi Hazretlerinin tarzı farklı değildi. Hazret, televizyon tanımadı, sinema film piyes gibi şeylerin tarafına bakmadı ve hatta bir tek gazete köşesi bile karalamadı.. O, yüz metrekarelik bir caminin mihrabında sebat etti. Rasulullahın Sünneti üzere emr-i bil-maruf seferleri düzenledi, ülkeyi karış karış dolaştı, insanlarla bire bir yüz yüze görüştü, hakkı anlattı Kuranı tebliğ etti. Ve 25 yıl gibi kısa bir zamanda yüzlerce medresede on binlerce Kuran talebeleri, yüz binlerce müntesip ve muhibban yetiştirdi. Öyle bir çığır açtı, öyle bir çığ kopardı ki artık onu durdurmak, o çığın önünü almak artık mümkün değil. Hazret, bu denli has insanları filimle piyesle, numara yapan artistlerle yetiştiremezdi. “Video ile, teyple talebe yetişmez. Talebe hocanın yüzüne bakacak, hoca talebenin kalbine himmet edecek, talebe böyle yetişir.” [2]

Aynı Şekilde bugün, filmi çekilen (Hür Adam) ve şu yukarıdaki uçuk iddianın ortaya çıkmasına sebep olan Said Nursi Hz’nin ardında yürüyen bilinçli Müslümanlar varsa yine Üstadlarının birebir ilgilenerek okuttuğu ders verdiği talebeler sayesindedir. Zafer medresenin, alim ve müteallimindir, Filim ve artistin değil.

Bu hatırlatmalardan sonra ne dersiniz hala filim ve artistlerin tesiri cami ve medreseden daha fazla diyen var mıdır?

Doğrusu hayatın hiç bir safhasında hiç bir zaman sinema filim senaryo ve artist caminin medresenin tekkenin ulemanın talebe-i ulumun meşayıh-ı kiramın ve dervişanın yerini tutamaz ve tutamayacağı için de bir birbiriyle kıyaslanamaz ve bu mevzu tartışmaya bile açılamaz. Açılamaz ancak birisi çıkıp sinemayı, cami medresenin üstüne çıkaracak bir laf edince, diğerleri de o lafa bir hakikat imiş gibi sahip çıkınca, hakkı müdafaa ve ispat için ileri çıkıp cevap vermek gerekli doldu.
Sinemanın camiye karşı hiç mi üstünlüğü yok ?

Evet aslında var. Elbette daha geniş kitlelere ulaşma imkanı sağlar, bu kadar. Televizyon ruhsuzdur, orda konuşan hoca da cansız ve ruhsuzdur. İmam Mahmud efendi hazretlerinin gösterdiği seviyede kalbi Allaha yönelmiş huzur ve ihlasla dopdolu, ameli salihli feyizli hocaların sohbetinde yetişir insanlar. Televizyon video gibi ruhsuz cansız makineler karşısında yetişmez. Eğer bu alet İslamın gerçekten lehine olsaydı ALLAH asr-ı saadette bunu yaratır Rasulullah efendimiz sas de bunu kullanır bütün dünya İslama gark olurdu! Ama böyle olmamış. Demek ki çok hayırlı bir alet değil ve bu yolla hizmetin faydası ve kalitesi henüz ispat edilmiş değil..

Cüppeli hocanın televizyona çıkması onu bir tebliği aracı görmesinden kaynaklanıyor. Tebliğde esas adam yetiştirmek değildir. Hakkı hiç duymayana duyurup ardına düşmesini sağlamaktır. Yani hocayı bulmasını sağlamaktır. Demek ki iş gerçek hocaların varlığında bitiyor.

Şimdi gelelim sinemanın etkilerine:

Sinema filim dizi.. Bunlar belki tamir ve ıslah yolunda değil ama ifsat, idlal ve iğva yolunda pek tesirli vasıtalardır. Bu bakımdan şeytandan daha şedit ve şerli tahribat yaparlar. Filim icabı sahtecikten iman eden, namaz kılen bir artisti görenler hemen nurlanıp imana gelmez, namaza da durmazlar ancak filmlerde küfür sözlerini telaffuz eden, batılı tam tasvir eden, avret yerlerini açan, zina eden içki içen artistleri görenler hemen zulmet alır, kalplerini kirletirler. Bu kir, bu zulmetle insan haktan daha da uzaklaşır, namaz ehli bile filim ve sinema izlemekten namazında fütur göstermeye başlar gevşeklik gelir samimiyeti zedelenir..

Demek ki sinema filim evet tahripte ne kadar tesirli ve süratli ise de tamir ve ıslahta o kadar yavaş ve faydasızdır. Dinamit gibi.. Düşman eline dinamit lokumu alsa senin on yılda bin zahmetle yaptığın camini medreseni on saniyede tahrip ve imha eder. Ancak sen onu taklit ederek aynı dinamiti imar ve inşaatta kullanamazsın.

Veya küfrün yayılma biçimleri gibi.. Onlar gençliğimizin ahlakını bozmak için fuhşiyatı müstehcenliği yayarak işlerini kolaydan yapar, ahlaklı gençlerin ahlak ve iffetini bir dakikada bozarlar. Ancak sen bir dakikada onu düzeltmek istesen bu imkansızdır..

Demek ki dalalet ve tahribin vasıtaları başka, tamir ve ıslahın vasıtaları daha başkadır. Demek ki düşmana elverişli silahlar bazen dostun elinde faydasızdır. Demek ki “düşmanın silahıyla silahlanın” [3]diye bilinen hadis asılsızdır. Bütün mesnedi asılsız şu söz olanların emekleri korkarım zayi olacaktır.. Yüzde yüz zayi olmasa da büyük oranda berhava olmaya mahkûmdur. Aynı kuvvet ve gayret daha isabetli alanlarda kullanılsa daha büyük fütühat olacağı kesindir.

Son söz “Gayenin meşru olması gerektiği gibi gayeye ulaştıracak vasıta ve yolların da meşru olması gerekir.” [4]

İ. ERDOĞAN

[1] Hadis

[2] Mahmud Efendi haz’nin sözü

[3] Böyle bir hadis yoktur, ne lafzen ne de manen doğru değildir. İslamın emri gücün yettiği oranda kuvvet hazırlanması gereğidir. Hüseyin Avni Hoca

[4] Usulü fıkıh kaidesi