Özel Haber »

“Sünnilik Ve Şiilik Diye Bir Dinimiz Yoktur” Sözüne Dair İlmi Tahlil

Son günlerden çokça tartışılan “Bizim Sünnîlik diye bir dinimiz yoktur, Şia diye bir dinimiz yoktur, tek dinimiz İslâm’dır” sözünün ilmi ve tarihi açıdan tahlili.

Devamını Oku... »
Makaleler

İslam, İbadet Rehberi, Fıkıh, Akaid, Tefsir, Güncel Yorumlar

Reddiyeler

Batıl Fırkalar, Batıl İnançlar, Bidatlar, Güncel Reddiyeler, Dinler Arası Diyalog

Kültür – Tarih

İslam Tarihi, Osmanlı Tarihi, Padişahlar, Tarihi Arşiv belgeleri, Vesikalar, Mecmua nüshaları

Unutulmuş Sünnetler

Sünnetin Önemi, Günlük Sünnetler, Hilye-i Şerif, Siyer-i Nebi, Riyazü’s Salihin

Boykot Kelimeler

Uydurma, Yersiz, Manasız, Boykot Kelimeler

Anasayfa » Reddiyeler


Tevessül ve İstiğâse 1

Tevessül ve İstiğâse 1

Muhammed İbnü Ahmed Ali es-Sindî el-Ensârî en-Nakşibendî el-Medenî Hazretlerinden tevessül ve istiğase (Kabir ehlinden imdat istemek, vesile kılmak) meselesi hakkında muhteşem yazı dizisi!

اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِمِ

Bütün hamdler âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selâm da yaratılanların en hayırlısı peygamber-lerin efendisi ile âlinin ve arkadaşlarının tamamına olsun…

Bundan sonra…[1]

———————————————–

[Sindî’den İstenen Fetvâ ve

Sonra O’na Yapılan Bir İ’tirâz]

———————————————–

(Bize) şöyle bir suâl gelmiştir:

“İstiğâse/yardım istemek ve bir kimsenin, ister Medine-i Müşerrefe’de olsun, isterse dışında olsun, ‘imdadıma yetiş yâ Resûlellâh!…’ diye hitâbta bulunması câiz midir, değil midir?

Eğer bu işin caizliğine hükmedilirse,

Bu iş sadece Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in şahsına mı aittir? Yoksa, mesela ‘Ey Efendim Abdulkâdir!..[2] İmdadıma yetiş!…’, ‘Ey Efendim Hâce Nakşibend!..[3] Bana yetiş!..’ denilmesi gibi, yeryüzündeki bütün velileri de içine alır mı?

Aynı şekilde, bu (câizdir) söz(ün)e de i’tirâz gelmiş ve

‘Her hangi bir sıkıntıdan ve benzerinden kurtulmak Allah’ın elindedir; herhangi bir şekilde bir velîye veya bir Nebî’ye ait değildir. Evet, Velîler ve Peygamberler (kulların) toplanma yeri olan Arasat’ta şefâat edeceklerdir. Ancak bu, şu vakte hâs/özel ve (Allah celle celâlühû’nün) izin ve emir şartına bağlıdır. İznin ve emrin olmadığı bir yerde onlardan şefâat taleb etmek, mühim işlerde Onlardan meded ve yardım istemek neredeyse fayda vermeyecek, hatta sahih/câiz olmayacak bir iştir. Bu (fayda vermez ve câiz değildir) ve benzeri sözler, -Allah celle celâlühû sayılarını artırsın- büyük âlimler katında makbuldür. Bize bu mevzuda acil fetva verin. İnsanlar, içinden çıkılmaz bir hale düştüler. (Tarafımızdan Sizden) istenilen, Kitab’dan ve Sahih Hadis’den açık delillerdir” denilmiştir. (Suâl ve İ’tirâz Bitti.)

———————————————–

[Sindî’nin, İstenenFetvâya Verdiği Cevâbı]

———————————————–

Ben (Sindî bu suâle cevâb olarak şöyle) derim:

Allah celle celâlühû’dan yardım isteyerek günahlardan kaçmak ve sevabları yapmak için (kulların elinde) hiçbir güç yoktur; (bunlar) ancak Allah celle celâlühû’nün yardımı ile mümkündür. Ey Allahım!.. Bilmediklerimizi bize öğret ve ilmimizi artır. Bize hidayet ettikten sonra kalblerimizi (hidayetten) kaydırma ve kendi katından rahmetini bize hibe eyle. Muhakkak ki sensin, sensin karşılıksız ve bol veren.[4]

Bundan sonra…

(S أَغِثْنِي يَارَسُولَ اللهِ)

”Yetiş imdâdıma, ya Resûlellâh!…” diyen kimsenin sözünü kötü ya da çirkin görülen bir şey olarak kabûl etmemek açık bir şeydir. Çünki bunda/bu sözü inkârda, ya bir ölünün şuurunun (idrâkinin) varlığının ve işitilebilecek şeyleri işitmenin inkar edilmesi (veya ileride sözü edilecek i’tirâzlar) vardır.

Buna şöyle cevab verilir:

———————————————–

[Ölen Kimse, Öldükten Sonra da Şuurlu Olur ve İşitilebilecek Şeyleri İşitmez mi.]

———————————————–

Ölen kişinin ölmesinden sonra da şuurunun bulunduğunu ve işitilebilecek şeyleri işitmesini gerektirecek deliller kuvvetli sahîh hadislerde sâbittir, vardır:

(Birinci Hadîs):

İmâm Buhârî’nin Ebû Sâid el-Hudrî radıyallâhu anhu’dan rivayeti:

Rasûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurdular:

“Cenaze (tabuta) konulub da, adamlar onu omuzlarına aldıkları zaman, eğer cenaze sâlih biriyse, şöyle der: ‘Beni acele acele götürün, yerime ulaştırın.’ Şâyet sâlih biri değilse, şöyle der: ‘Yazıklar olsun size!.. Onu (cesedimi) nereye götürüyorsunuz?’ Onun (bu) sesini insanların dışındaki her şey işitir. Eğer insan işitecek olsaydı, bayılır(düşer)di.”[5]

Bu hadis, ölünün, evvelâ kendisini taşıyanları, ikinci olarak da kendisini götürmelerini hissettiğini ve işinin neyle, hayırla mı şerle mi neticeleneceğini tam bir bilgiyle[6] bilmesinin var olduğunu ifade eden delillerdendir.

O delillerden biri de,

(İkinci Hadîs):

İmam Buhârî’nin[7] kısa, İmam Taberânî’nin[8] de uzun olarak[9] Enes radıyallâhu anhu’dan rivayet ettiği hadistir:

“Yemâme (muhârebesi) gününde (harb bitince ve) insanlar aralanınca Sâbit İbnü Kays’a, “baksana ey amca!..” dedim. Onu karışık sözler söyler halde buldum. “Biz Rasûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’le beraber böyle harb etmezdik. Akranlarınızı ne kötü alıştırdınız!.. Ey Allah’ım!.. Şunların getirdiklerinden ve yaptıklarından sana sığınıyorum” de(miş)di. Sonra harb etti ve nihayet şehid edildi. Üzerinde kıymetli bir zırh vardı. Ona bir Müslüman uğrayıp o zırhı aldı.

Müslümanlardan bir adam uyurken, Sâbit radıyallâhu anhu rüyasında O’na geldi ve (şöyle) dedi: “Sana bir vasiyette bulunacağım. Sakın ha ‘bu karışık bir rüyadır’ deyip de onu zayi etme!.. Ben şehid edildiğim zaman zırhımı falanca kişi aldı. Onun evi, insanların (oturdukları mıntıkanın) en uzağındandır. Çadırının yanında oynaşan bir at vardır. Bu at o zırha bir eski ip fazlasıyla bağlanmıştır. Üzerinde de atın üzerine bağlanan bir şey/çul vardır. Halid radıyallâhu anhu’ya git, O’na emret, o zırhı alsın ve Ebu Bekr radıyallâhu anhu’ya, ‘üzerimde falancanın şu kadar alacağı bulunduğunu ve falanca kölenin de azad edilmiş bir köle olduğu’nu söylesin.”

Adam uyandı, Halid’e geldi ve O’na (rüyâyı) haber verdi. Bunun üzerine Hâlid zırha bir adam gönderdi ve (adam) onu anlattığı gibi getirdi. Daha sonra adam rüyasını Hz. Ebu Bekr radıyallâhu anhu’ya haber verdi. O da ölünün vasiyyetini yerine getirdi.”[10] (Rivâyet Bitti.)

Bunu, Beğavî[11] de başka bir senedle Atâ el-Horasânî yoluyla Sabit İbnü Kays’dan uzun olarak rivayet etti.[12]

Bu kıssa, ölünün, diri tarafından ona yapılanı hissettiğini, hattâ dirinin onun malından gizlediği şeyi ve yerini tam olarak bildiğini ifâde etmektedir.

Eğer, ‘bu (hâdise), Allah celle celâlühû’nün o günde vasiyet etmeye güç yetiremezler[13] âyetinin açık manasına tersdir,’ dersen,

Ben şöyle derim: Bu ayet, (insanların) üzerlerine ansızın kıyamet kopup da vaktin darlığından dolayı vasiyet edemeyecekleri hakkındadır. Nitekim Hâzin[14] rahimehullah dahi Tefsîr’inde[15] buna işâret etmiştir.

(Üçüncü Hadîs):

O delillerden biri de Şeyhayn’ın[16] (Buhârî ve Müslim’in) Enes radıyallâhu anhu’dan, O’nun da Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’den rivayet ettiği şu hadistir:

“(Ölen) kul, kabre konulduğu ve arkadaşları dönüp gittiğinde, onların ayakkabı seslerini işitir. O’na iki melek gelir ve onu oturturlar…”[17] (Rivâyet Bitti.)

Bu hadisde, ölünün, ayakkabı seslerini işitmesinin sübutu vardır. O zaman, konuşulan sözleri işitmesi daha evlâdır. (Sözleri haydi haydi işitir.)

İbnü Hümâm rahimehullâh’ın,[18] “Hanefi âlimlerinin çoğu, ‘Ölü ayakkabı seslerini işitir’ hadisine, ‘bu ilk kabre konulma anında süâl’e mukaddime olması hâline aittir’ “[19] (şeklindeki) sözüne gelince… (Bu dediği, hâdîs’in) açık manasına ters düşmektedir. Tam tersine, açık olan, -ölünün devamlı işiteceğine dair ileri sürdüğümüz deliller sebebiyle- bu hal (işitme) kabirde devamlıdır.

(Dördüncü Hadîs):

O delillerden biri de, (Müslim ve Nesâî tarafından rivâyet edilen) Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in (Cennetü’l)-Baki’yi ziyaret etmesi ve o(rada gömülü ola)nlara selam verip, “Eymüminler topluluğu yurdu!.. Selâm üzerinize olsun… Yarında vaad edildiğiniz şey size geldi. Muhakkak biz de inşâellâh size kavuşacağız”[20] şeklindeki sözleriyle onlarla konuşmasıdır.

Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in, anlamayacak ve duymayacak kimselerle konuşması akla sığmaz ve boş şey görülür. Bu konuşma sadece Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’e ait de değildir. Aksine her bir ziyaretçinin kabir ehline “esselamu aleyküm” demesi yerleşmiş bir sünnettir.

Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in, ölüye, “esselamu aleyküm” değil de “aleykesselâmu” diye selâm vermesinin nasıl anlaşılacağında (âlimler) şunları söylediler:

Bundan maksad, esselamu aleyke’yi yasaklamak değildir. Tam tersi, ondan, ölüden selâmı cevaplaması umulmayınca, onun hakkında selam(kelimesin)’in önce vaya sonra gelmesinin serbest olduğu ve ona selam verilebileceği, ama onun bunu alamayacağı anlaşılır.

(Beşinci Hadîs):

Bu delillerden biri de, Buhârî[21] ve Müslim’in, Katade’den yaptıkları rivayetdir. O şöyle dedi:

Enes İbnü Mâlik radıyallâhu anhu, Ebû Talha radıyallâhu anhu’dan naklederek şöyle anlattı: Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem Bedir gününde emretti; Kureyş ulularından yirmi dört kişinin cesedi Bedir kuyularından çok pis bir kuyuya atıldılar. Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem düşmana galib gelince o meydanda üç (gün üç) gece dururdu. Bedir’de üçüncü gün olunca, bineğini istedi ve hemen binek hazırlandı. Sonra ilerledi. Ashabı da peşinden gittiler. Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem kuyunun başında dikildi ve onlara kendi isimleri ve babalarının isimleriyle seslenmeye başladı:

“Ey filan oğlu falan, ey falan oğlu filan!… Allah celle celâlühû ve Rasûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e itaat etmeniz sizi sevindirmez miydi? Biz, Rabbimizin va’dini (zaferi) hakk olarak bulduk. Siz de Rabbinizin va’dini (azabını) ‘gerçek’ buldunuz mu?

Hazreti Ömer radıyallâhu anhu, “Ya Resûlellah!.. Ruhları olmayan cesetlerle ne konuşuyorsun?” dedi. Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem de, ‘Canım elinde olan Allah celle celâlühû’ya yemin olsun ki, söylediğimi siz onlardan daha iyi duymuyorsunuz; ancak onlar cevap veremezler’ buyurdu.” (Hadîs Son Buldu.)

Böylece Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem, Ömer radıyallâhu anhu’nun, dirilerin konuştukları sözleri ölülerin işitmesini ihtimâlden uzak görmek(teki) zannını düzeltti ve onların işitmesinin dirilerden daha fazla olduğunu[22] anlattı.

İbnü İshâk[23] bazı ilim ehlinin (kendine) şöyle rivayet ettiğini söyledi: Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ey kuyu ahalisi!… Nebiniz için ne kötü yakınlardınız!. Siz beni yalanladınız, insanlar tasdik etti; siz beni (yurdumdan) çıkardınız, insanlar (bana) kucak açtı; siz benimle savaştınız, insanlar bana yardım etti. Allah celle celâlühû sizi, benden yana olan kötü yakınlığınız ile cezalandırsın. Siz, güvenilecek bir kimse olduğum halde beni hâinlikle suçladınız; doğru kimse olmama rağmen beni yalanladınız.[24]

Zürkânî[25] “el-Mevâhib Şerhi”nde[26] Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in ‘onlar size cevab veremezler’ sözü hakkında şöyle dedi:

Yani ölüler, onlara/dünyadaki canlılara cevab verme izni olmadığı için (dirilere cevab veremezler). Çünki, Allah celle celâlühû “bu gün onların konuşamayacağı gündür; onlara izin de verilmez ki, özür beyan etsinler”[27] buyurmuştur. (Bu meselede) asıl olan budur. O yüzden, bazılarına konuşma izni verilme ihtimâli bulunması sebebiyle, bazı ölülerin canlılarla konuşması buna zarar vermez. (Zürkânî’nin Sözü Bitti)

Süheylî,[28] öz olarak şunları söyledi: Hadisin kendisinde, Sahabenin ‘leş olmuş kimselerle mi konuşuyorsun’ demesi sebebiyle (Allah’ın), Nebîsi sallallâhu aleyhi ve sellem’e bir mu’cize verdiğini gösteren yan vardır. (Süheylî’nin Sözü Bitti.)

Onun (Süheylî’nin) sözünde şu görüşe işaret vardır: Bedir ölüleriyle konuşmak hadisi Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’e ait bir haslet ve mu’cizedir. Nitekim Buhârî,[29] Katâde radıyallâhu anhu’dan “Allah celle celâlühû onları diriltti de Nebi sallallâhu aleyhi vesellem’in sözünü, azarlama, küçültme, pişmanlık ve hasret olsun diye onlara işittirdi” dediğini rivayet etmiştir.

Bu hadiseyi buna/mu’cizeye yormanın sadece bir ihtimâl ve te’vîl olduğu da gizli değildir; ki, (ölülerin) işitme(si)nin imkânsız olmasına bir delil bulunmadıkça böyle bir te’vîle gidilmez. Oysa Allah celle celâlühû işittirmeye ve hissettirmek için hisleri var etmeye kâdirdir.

———————————————–

[Âişe Radıyallâhu Anhâ’nın Ölülerin İşitmesini İnkâr Etmesi]

———————————————–

Eğer dersen ki;

Hz. Aişe radıyallâhu anhâ Hz. Ömer radıyallâhu anhu’nun (ölülerin işiteceği) rivayetini kabul etmedi ve şöyle dedi:

“Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Ölüler şu anda onlara dediğimin hak olduğunu biliyorlar.”[30]

Sonra da Âişe radıyallâhu anhâ şu ayeti okudu: Sen ölülere işittiremezsin.”[31]

Nitekim İmam Buhârî de (bu ihtilafı) rivâyet etti. (İ’tiraz Bitti.)

———————————————–

[Âişe Radıyallâhu Anhâ’nın İnkârına Verilen Cevâb]

———————————————–

(Şöyle deriz:)

Buna birkaç şekilde cevab verilir:

Birincisi: Süheylî’nin dediğidir: Ölüler bu halde -Aişe radıyallâhu anhâ’nın da kabul ettiği gibi- (söyleneni) biliyorlarsa, o zaman Hz. Ömer radıyallâhu anhu’nun söylediği gibi işitmeleri de caizdir. Hem de bu (işitme) lafz(ın)ı rivayet etmekte Ömer radıyallâhu anhu tek kalmamıştır.

Bu rivayet, oğlu Abdullah (ibnü Ömer) radıyallâhu anhumâ[32] ve Ebû Talha radıyallâhu anhu’dan da sâbit olmuştur.[33]

Aynı şekilde, “bilmek”, “işitme”ye bağlı değildir. Sonra, ölülerin işitmesi ya başlarındaki kulaklarıyla (hisleriyle) olur. Bu (Ehl-i Sünnet’in de[34] görüşü olan) suâl esnasında ruhun cesedin tamamına ya da bir kısmına iâde edilmesi hâlindedir. Ya da ruhun asla cesede (tamamına veya bir kısmına) döndürülmeyip suâlin direkt ruha yapılacağını söyleyenlere göre kalbin ya da ruhun kulaklarıyla olur.[35]

İkincisi: O’nun/Âişe radıyallahu anhâ’nın bu işitmeye, “sen ölülere işittiremezsin,”[36] ve “sen kabirdekilere işittirici değilsin”[37] ayetleri ile karşı çıkması, Kuyu Ehli hadisindeki (ölülere işittirmenin Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’e) hâs olduğunu iddia eden kimseyi reddetmektedir. Çünki, bu hadîsde, âyetin açık manasına bakılarak Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in (ölülere sözünü) işittirmesi açıkça inkâr edilmektedir. Üstelik, Allah celle celâlühû’nun, bu hâli, ölülerin tamâmında, onlara seslenildiği zaman, (bu seslenme) hangi şahıstan olduysa ve hangi zamanda olursa yaratmaya gücü yeter.

Üçüncüsü: Alimler, Âişe radıyallâhu anhâ’nın inkârını kabül etmemişlerdir.

İsmailî[38] şöyle dedi:

Âişe radıyallahu anhâ’da son derece anlayış, zekâ, çok rivayet etme ve ilmin derinliklerine dalmak vardı. Sağlam bir râvinin rivayeti, ancak onu nesh veya tahsis edecek, veyahud da imkansız kılacak onun gibi bir rivayetle reddetmek mümkün olur. Hem de Âişe radıyallâhu anhâ’nın inkâr ettiği ile, O’ndan başkalarının “sâbittir” dediklerinin/işitmenin arasını birleştirmek (ve barıştırmak) mümkün iken bu nasıl olabilir? Çünki Allah Teâlâ’nın “sen ölülere işittiremezsin” ayeti Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in “onlar şu anda işitiyorlar”[39] hadisine zıt değildir. Zîrâ işittirmek, işittirenden sesi kulağa ulaştırmaktır. O zaman Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in sesini onlara ulaştırmakla onlara işittiren Allah celle celâlühû’dür, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem değildir. Böylece âyetle hadis arasını barıştırmak hâsıl olmuştur.

Âişe radıyallâhu anhâ’nın, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in sadece “onlar elbette biliyorlar” dediği şeklindeki cevabına gelince… Onu şâyet Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’den veya -O, kıssaya şahid olmadığı için- başkasından işittiyse, bu (“onlar elbette biliyorlar” sözü), “işitiyorlar” rivayetine zıt değildir. Çünki bilmek (daha önce de söylediğimiz gibi) işitmeye mani değildir. Tam tersi onu kuvvetlendirir. Zîrâ konuşulan kimsenin (kendine söyleneni) bilmesi âdette/insanlar arasında ola gelene göre ancak işitmesiyle olur.[40]

Dördüncüsü: İki ayette geçen “ölüler” ve “kabirde olan kimseler”den anlatılmak istenen, onların, vaazları işitmekten tesirlenmemeleri cihetiyle kalbleri ölmüş kimseler olmaları itibarıyla mecazen kâfirler olmasıdır. Onların evleri, şu ölü kalblerinin bulunduğu cesedleridir. Cesedleri sanki onların kabirleridir. Bu (te’vîl), sözün hakîkî manasına bakmaksızın olur. Kafirlerin işitmemesinden murad edilen, -iki ayetin de kâfirlerin imana davet edilmeleri ve buna icabet etmemeleri hakkında inmiş olduğu deliliyle- hakkı kabûl etmemeleridir.

Beşincisi: Âişe radıyallâhu anhâ bu fikrinden dönmüştür. Bunun da delîli, (İmâm Kastallânî’nin) el-Mevâhibü’l-Ledünniyye’de söylediği şu sözlerdir:[41]

Garîb bir şeydir ki, Ebû Talhâ radıyallâhu anhu’nun hadisinin benzeri, İbnü İshâk’ın el-Meğâzî’sinde, hasen bir isnad ile Âişe radıyallâhu anhâ’dan yapılan Yûnus İbnü Bükeyr’in[42] rivayeti mevcûddur. O hadîsde, “siz, onlara dediğimi (onlardan) daha iyi işiten değilsiniz” ifâdesi vardır. Bu hadisi, İmam Ahmed hasen bir isnad ile rivayet etti.[43]

Belki de Âişe radıyallâhu anhâ, yanında birçok Sahabî’nin rivayetinden bir haberin sabit olması sebebiyle görüşünden vaz geçti ve onlara muvafık rivayette bulundu. Onun inkârının özü de Bedir savaşında hazır olmamasıdır.

Yine O’nun, görüşünden vazgeçtiğini kuvvetlendiren şeylerden biri de İmam Tirmizî’nin[44] şu rivayetidir:

Âişe radıyallâhu anhâ, kardeşi Abdurrahmân İbnü Ebî Bekr radıyallâhu anhu’nun kabrini ziyaret edince O’na hitab etti ve şöyle dedi:

“Vallahi (ölümün esnasında) yanında olsaydım seni mutlaka öldüğün yere defnederdim. Eğer sana (ölümüne) şahit olsaydım, seni ziyaret etmezdim.”

Yine (O’nun, görüşünden döndüğünü pekiştiren rivayetlerden biri de),

Ahmed’in Hz. Âişe radıyallâhu anhâ’dan şöyle dediğine dâir yaptığı rivayetdir: “Rasûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem ve Ebu Bekir radıyallâhu anhu kabirlerine konulduktan sonra ben orada elbisemi çıkarırdım. Çünki biri kocam, diğeri de babamdı. Ne zaman ki oraya Ömer radıyallâhu anhu da defnedilince ondan haya ettiğimden artık kendimi örterdim.”[45]

Bu rivayette de Âişe radıyallâhu anhâ’nın, ölünün, konuşulanı işitmes(i) şöyle dursun, dirinin şeklini (bile) idrak ettiğini isbâtı vardır.

———————————————–

[Hanefî Âlimlerinin Çoğuna ve İbnü Hümâm’a Göre “Ölü Bir Şey İşitmez” mi?]

———————————————–

Eğer dersen ki; İbnü Hümâm[46] ‘Feth’inin Cenazeler Kitabı’nda şöyle demektedir: “(Hanefî) âlimlerimizin çoğu, Kitabu’l-Eymân’ın ‘vurmakla yemin etmek’ bâbında, açıkça, ‘bir kişiyle konuşmayacağına’ dâir yemin eden kimse, onunla öldüğünde konuşsa, yemini bozulmaz; çünki bu yemin, adamın anlaması hâlindeki konuşmasıyla gerçekleşir; ölü ise böyle değildir’ dediklerine göre, ölü bir şey işitmez.” Buna rağmen senin bu anlattıkların nasıl doğru olabilir?

Derim ki; Şâri’ sallallâhu aleyhi ve sellem’in lafzından “ölü onların (kabrin başındaki dirilerin) ayakkabı seslerini işitir”[47] ve “siz onlardan daha çok işitiyor değilsiniz” sözü, bir de onlara selam vererek konuşması ile ölünün işitmesinin sübûtu kesinleştikten sonra, hakkın eteğine takılan insaflı bir Âlim için, ancak Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in söylediğine dönmek O’nun dediğiyle hükmetmek, ona dayanmak ve O’na muhalefeti terk etmek yakışır. İsterse bunu söyleyen (İbnü Hümâm gibi) çok büyük kimse olsun.

Şu şiiri söyleyenin Allah hayrını bol versin:

İlim, Allah’ın ve Resûlü’nün dediğidir,

Eğer sahihse (bu hadîs); ve İcma’dır. Bun(lar)da cahil ol.[48]

Sakındır, bilmemek yüzünden muhalefet edeni

Sokanı Resûl ile Fakîh’in görüşü arasına.

Cemâlüddîn el-Hâdî İbnü İbrahim de şöyle dedi;

Nebi Muhammed’in üzerinde olduğuna sarıl

Bırak dilediğini diyenin dediğinden

Odur, razı olunan yol ve öyle mezheb ki,

Onun üzerinden geçtiler ilk asırların hayırlı insanları.

Peygamber ve Sahabesinin yakın olduğuna yakın ol,

Dinden yana. Diğerlerini uzakta bırak.

Onlar parlak benekler ve ötelerin efendileridirler.

Onlar dünyânın susuzları, tepelerin nûrudur.

Sen onların dürüstlüklerinin yollarından gitmezsen

Onların sözlerinden vesilelere yapışmazsan

Büyük bir payı kaçırırsın ve olmazsın,

Doğru yoldan hakka ulaşan.

Onların yoluna sarıl; düşmekten kurtulursun

Ve onlarla mertebelerin en yükseğine çıkarsın.

———————————————–

[İbnü’l-Hümâm’ın Sözünün Îzâhı Nasıldır?]

———————————————–

(Ayrıca), İbnü’l-Hümâm’ın bahsettiği yemin meselesine şöyle (de) cevab verilir:

Yeminler Örf üzerine kurulmuştur. Ondan (yeminin bozulmadığından), ölünün işitmediği lâzım gelmez. Nitekim (âlimlerimiz), ‘biri et yemeyeceğine yemin etse, sonra da balık yese, -Allah celle celâlühû onu taze et[49] diye isimlendirmesine rağmen- yemini bozulmaz..’ demişlerdir.

İbnü’l-Hümâm Fethu’l-Kadîr de[50] Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i ziyaret faslında fıkıhçıların şöyle dediğini anlattı:

Kabir ziyaretinde evlâ olan baş tarafından değil de ayak ucu tarafından gelmektir. Çünki ölünün gözü yandan ileriye baktığından birincisinde ölü için eziyet vardır. (İbnü’l- Hümâm’ın Sözü Bitti)

İbnü’l-Hümâm rahimehullah burada, ölünün ‘görmek hissi’nin var olduğunu söylemiştir. Halbuki ‘görmek,’ ‘işitmek’ hissi’nden daha zayıftır; çünki ‘görmek’ için ışığa ihtiyaç varken ‘işitmek’ için yoktur. O, ölünün görmesi ile ziyaret eden arasında toprak tabakalarının engel olmayacağını da ifade etmiştir. (Bu sabit olunca), işitmek hissinin, alıştığı şeyden/duymaktan imkânsızlık içinde olmaması daha evlâdır.

Sonra, şâyet, geri adım atsak bile işitmenin olmadığını söylemek bilmemeyi îcâb ettirmez. Çünki işitmek bedendeki uzuv/organ ile olur; halbuki beden çürümüş olur; ama ilim (bilmek) ruh ile olur. O ise kalıcıdır ve onun bilmesi bedenî bir uzuv ile değildir. Onun ilmi, gözden ışık çıkışı ile kulağa sesin ulaşmasıyla değil, aksine görülen ve işitilen şeylerle olur. Nitekim bazı Müslümanlar Allah celle celâlühû’nün işitmesi ve görmesini görülen ve işitileni bilmesiyle te’vîl etmişlerdir.

Salihlerden olan şu ölüler, beşeri sıfatlardan soyulduktan, düşük dünya ile olan alakaları kesildikten ve kendilerine ebedi saadeti gerektiren Allah celle celâlühû’ya kavuşmakla rahatladıktan sonra, üzerlerine hazret-i Kayyûmiyyet nurları dökülür ve nihâyet (bu nûrlar) onlara her gizliyi apaçık yapar, topraktan perdeleri ve uzun mesafeyi onlardan kaldırır. Bu bazı diri kimseler için dünyâ hayâtında (da) gerçekleşmiştir. Nitekim, Ömer’in hayatındaki[51] “Ya Sâriye dağa (doğru yanaş)” sözü buna işâret etmektedir. Ya (dünyevî perde ve bağlardan) soyunup rahata eren ve Allah celle celâlühû’ya kavuşup şakîliğin îcâblarından kurtulan kimse için ne demeli?!…

Şöyle diyenin Allah hayrını bol versin:

Leyla ortaya çıktığı zaman tamamım (her yerim) gözler olur.

O bana seslendiği zaman da her yerim kulaklar olur.

———————————————–

[Ölü Kendini Ziyaret Edenlerin Hallerini Bilir mi?]

———————————————-

Ölünün ziyaret edenlerin hallerini bildiğine dair de çok haberler ve eserler gelmiştir. Aynı şekilde, ölünün Âhiret işlerini dinin hakikatını ve doğruluğunu bilmesinde de hiç şüphe yoktur. O zaman dünya hallerini ve işlerini bilmesinin sabit olduğu da mümkin olsun.

———————————————–

[Ruhun Ölülerle Beraber Kalması ve Âlem-i Berzah’ta İlmin Bulunmasının Delili Var mıdır?]

———————————————-

Ruhun ölenlerle kalmasıyla birlikte, Âlem-i Berzah’ta onlar için ilmin hâsıl olmasının delili ise hadislerde gelen şu haberlerdir:

(Birinci Haber):

(Ahmed, Ebû Dâvûd, Hâkim ve başkalarının rivâyeti): “Şehidler Allah celle celâlühû katındaki nimetleri görünce, Allah sübhânehû ve teâlâ’ya ‘kardeşlerimize bu halimizi kim haber verir?’ dediler. Allah Teâlâ da ‘onlara ben haber veririm’[52] buyurdu ve şu ayet-i celileyi indirdi:

“(Ey Habibim sallallâhu aleyhi ve sellem!..) Sakın ha! Allah celle celâlühû yolunda öldürülenleri ölüler zannetme. Aksine onlar, Allah celle celâlühû’nün kendilerine verdikleriyle seviniyor oldukları halde Rableri katında rızıklandırılan dirilerdir.”[53] (Hadîs Bitti.)

(İkinci Haber):

Yine (Buhârî’deki) rivayet(ler)de şöyle gelmiştir: “Bi’ru Meûne faciasında şehid edilen Kurrâ/Kur’ân hâfızları “kardeşlerimize haber ver ki, biz Rabbimizle karşılaştık (O’na kavuştuk.) O bizden razı oldu, bizi de kendinden razı kıldı”[54] dediler. Bu, Kur’ân’dan okunan bir ayet idi de tilaveti nesh olundu.”[55] (Haber Bitti.)

(Üçüncü Haber):

Hadiste şöyle gelmiştir: Ölü, iki meleğin cevablarını hayırla verince, kabri nurlandırılır ve ona, ‘damadın uyuması gibi uyu’ denilir. Ölü de onlara ‘aileme döneyim de bunu onlara haber vereyim (mi?)’[56] der. (Haber Bitti.)

Bununla, ‘ölünün, ehlini, kardeşlerini ve dostlarını bilmekte olduğu’ anlaşılmış oldu.

Kâfirlerin tekrar dünyaya dönmeyi temenni edecekleri ve dostlarının kendilerini saptırmalarından dolayı pişmanlık duyacakları Kur’ân ile sabittir. Nitekim şöyle diyecek: “Keşke ben falancayı dost edinmeseydim.”[57]

Onlar, arkadaş ve kardeşlerini Kıyamet gününde bilince, (onları) kabirde bilmeleri daha evlâdır ve ihtimâle daha yakındır.

Sonra, ölülerin işiteceği ve bileceğinin sübûtu hakkında açık sahih delilleri getirdikten sonra böyle bir evleviyete/önceliğe de ihtiyaç kalmaz. İşte bu yüzden, onu/kabirdeki bilmeyi ancak haberleri (hadisleri) bilmeyen veya dini inkâr eden bir kimse reddedebilir.

Tercüme eden:

Molla Muhammed SEYDİŞEHRÎ

* İmâm Muhaddis Sindîye âid bu risâlenin aslının elimizde iki baskısı vardır. Birisi, tercümede esas alınan, Muhammed Cân b. Abdillâh en-Naîmî tarafından tahkîk ve neşr edilen el-Mektebetü’l-Müceddidiyye baskısı, diğeri de Üstâd Vehbi Süleyman Ğavci tarafından yayınlanan Dârü’l-Beşâir baskısı. Bu tercümede az da olsa Dâru’l-Beşâir baskısından dahi faydalanılmış, bir yerinde iki parağraf, asıl baskıdaki yerinden birkaç parağraf öne alınmıştır. Hadîs tahricleri, terceme-i haller ve diğer dipnotlar çok azı dışında muhakkık Muhammed Cân’a âiddir; ondan kısaltılarak alınmıştır. Ara başlıklar ve bir takım numaralamalar ise bize âiddir. (Mütercim)

[1] İki çizgi arası ifadeler, sözün gelişi bunu Gerektirdiğinden ilave edilmiştir. (Muhakkık)

[2] O efendimiz, Şeyhu’l-İslâm, Samedânî sırlara sâhib, çeşitli makamları kendinde cem etmiş tek kimse ve Rabbâni bir kutub olmak üzere büyük evliyanın önderi, Cenkî Dost Ebu Salih’in oğlu Muhyiddîn Ebu Muhammed Abdulkadir Musa el-Ceylânî el-Hasenî ve’l-Hüseynî’dir. Cenkâ Dost şeklinde de zabt edilmiştir. (D:470/Ö:561) Onun güzel halleri, büyük kerâmetleri vardır. Mertebesi ve derecesi, kerametlerini anlatmanın üstündedir. Makamı harikulade ile övülmesinden daha yüksektir.

“El-İber” (3/36) “el-Muntazam” (10/480) “el-Kâmil” (9/326) “Şezerâtü’z-Zeheb” (6/330) “Mirâtü’l-Cinân” (3/347)

[3] O efendimiz şeyhimiz Kâmil şeyh, dinin ve hakkın güzelliği, Muhammed oğlu Muhammed oğlu Muhammed Şâh-ı Nakşibend el-Buhârî’dir. Hicri 717 ( Buhara’nın bir fersah mesafesinde bulunan bir belde olan) Kasr-ı Ârifân’da doğmuş, 791’de vefat etmiştir. Sahili olmayan bir irfân denizidir. Nakşibendiyye yolu kendisinde son bulur. (Onunla başlar.) Hayatı için şu kitablara bakılsın. “Camiu Kerâmâti’l-Evliyâ (1/144) el-Hadîkatü’l-Verdiyye (391) et-Tabakâtü’s-Suğra (4/238) “Hedâye’z-Zemân fî Tabakâti’l-Hâce-i Nakşibendiyye” (85).

“Nakşibendiyye” kelimesi “nakş” etme (işleme, oyma yapmak) manasında Farsça bir kelimedir. Çünki O müridlerinin kalblerini (işliyor) oyuyordu. Nakşibendiyye yolu Sahabe-i Kirâm’ın yoludur. Aslı üzere kalmış, ilave ve noksanlık yapmamışlardır. Bu yol, bütün hareket etmelerde ve hareket etmemelerde ruhsat ve bid’atlerden tam kaçarak, azîmet ve Sünnet’e tam yapışarak zâhiren ve bâtınen (içimiz ve dışımızla) kulluk üzere devam etmekten ibarettir. Bu yol, Hakk Teâlâ’nın huzurunda “Huzûr-i Dâim” (hiç gaflete düşmemek) İslâmî inancı Ehl-i Sünnet üzere pekiştirmek ve “Raûf” “Rahîm” “Kerîm” olan Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in Sünnet’ine tam bağlılık yoludur. “Mevsûât’ül-Edyâni’l-Müyessera” isimli kitabta bu şekilde anlatılmıştır. (478)

[4] Âl-i İmrân, 8.

[5] Buhârî (1314-1318-1380), Nesâî (1/280), Ahmed İbnü Hanbel (3/5804)

[6] İbni Teymiyye “Ölü (kendini) ziyaret edenin kelamını işitir ve şahsını görür mü? ” sorusuna şöyle cevap vermiştir: Evet, ölü bazen işitir. Nitekim Sahihayn’da Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu sabit olmuştur: “Ölü insanlar kendinden (kabirden) geri döndükleri zaman onların ayakkabı seslerini işitir. Yine Sahihayn’da birden fazla vecihle Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’den şöyle rivayet edilmiştir: O kabir ehline selam verilmesini emrederdi. Bu (selam)da onlara hitabtır. İşitmeyen kimseye ise hitab edilmez. İbnü Abdilberr Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir ki O sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; “Hangi adam yoktur ki dünyada tanıdığı bir adamın kabrine uğrarda ona selam verirse mutlaka Allah celle celâlühû o ölüye ruhunu geri çevirir de onun selamına cevab verir. Bütün bu nasslar ve benzerleri bazen ölünün diri kimsenin kelamını işiteceğine delalet eder.. “Mecmûu’l-Fetâvâ” (24/203)

İbnü’l-Kayyım “Kitâbü’r-Rûh” (60-70 arası)unda bu meselede uzun uzun anlattı ve sıhhatine dair çok deliller ve sözler ileri sürdü ve nihayet şöyle dedi; Bu meselede ölülere selam vereni ziyaretçi diye isimlendirmek sahih olmazdı. Çünki ziyaret olunan kendini ziyaret edeni bilmezse “onu ziyaret etti” denmesi doğru olmazdı. Bütün insanlarda, ziyaretten anlaşılan mana budur. Yine onlara “ölülere” selam vermekte böyledir.(delil olarak yeter) Çünki anlamayan birine selam vermek ve o kişinin selam vereni bilmemesi muhaldir. Ve (İbnü’l-Kayyım) dedi ki; bu işe (ölülerin duyduğuna) eskiden günümüze kadar insanların ölülere kabri başında telkin okumasıda delalet eder. Şayet ölü bunu (telkini) duymasaydı ve onunla faydalanmasıyla bunda bir fayda olmaz ve boş bir iş olurdu. Bu telkin İmam Ahmed’e sorulunca bunu güzel buldu ve insanların teâmülüyle/bu işi yapmasıyla delil getirdi. (İbnü’l-Kayyım’ın Sözü Bitti.)

[7] Buhârî (2845).

[8] O İmam, Hâfız Allâme Ebu’l-Kâsım Süleyman İbni Ahmed İbni Eyyûb et-Taberânî’dir. (D:273, Ö:360) İbnü’l-Cevzî, “El-Muntazam” (8/368), Zehebî, “Tezkiratül-Huffâz” (3/912),

[9] Taberânî, “el-Kebir” (1320)

[10] Bu hâdiseyi İbnü Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye’de (6/320) zikredip Tirmizî’ye nisbet etti.

[11] O İmam Hafız Ebu Muhammed el-Hüseynî İbni Mesûd el-Ferrâ el-Beğavî’dir. Hicri 433’de doğdu, 516’da vefat etti. Zehebî, “Tezkiratü’l-Huffâz” (4/1257)

[12] Beğavî Tefsiri (4/254) İbnü Hacer bunu Beğavî’ye isnad ederek “el-İsâbe”sinde yazdı.

[13] Yasin:50

[14] O İmam, Müfessir el-Mukrî’ Alauddîn Ali İbni Muhammed İbni İbrahim eş-Şafiî el-Bağdâdî, Hâzin diye tanınır. Hicri 741 de vefat etti. Hayatına şu kitablardan bakılabilir. İbnü Gazi Şehbe’nin “Tabakâtü’ş-Şâfiiyye”sinde (2/120).

[15] Hâzin Tefsîri (4–9)

[16] Buhârî (1338,1374), Müslim, (7216) Ahmed (3/126) Ebu Dâvud kısa olarak (3231) Beyhakî, “Sünen”de (3/80) Nesâî (2052) Acürrî, “eş-Şeria” (365.) İbnü Hıbbân(1320)

[17] Hadisin tamamı “Melekler ona derler ki; bu adam (Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem) hakkında ne dersin? O da şöyle der: Ben onun Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim. Ona şöyle denilir: Cehennemdeki yerine bak. Allah Teâlâ onun yerine sana cennette şu makamı verdi ve Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki ölü iki yeri de görür. Kâfire veya münafığa gelince (cevab olarak) şöyle der; Ben biliyorum, insanların dediklerini söylüyordum. Ona denilir ki; bilmeyesin söyleyemeyesin. Sonra onun iki kulak arasına demir çubukla vurulur da öyle bir ses çıkarki o sesi insanlar ve cinler hariç bütün mahlûkat işitir.

[18] O imam Muhaddis Fakîh Muhammed İbni Abdilvâhid İbni Abdilhamid Kemâlüddîn el-Hanefî. İbnül-Hümâm diye meşhurdur. (D:788 Ö:861) “Şezerât’üz-Zeheb” (9/437) “Miftâhü’s-Seâde” (2/132)

[19] Fethul-Kadîr (2/106)

[20] Müslim (55) Lafız ona aittir. Nesâî (2039.)

[21] Buharî (3976) (Lafız ona aittir), Müslim (7223).

[22] Bu haberden “onların işitmesinin dirilerden daha fazla olduğu” anlaşılmayabilir. Evet, en çok “onlara denk ol duğu” anlaşılır. Ancak, Ahmed İbnü Hanbel’in rivâyet ettiği bir hadîsde rivâyet edenin tereddüt ifâdesi olarak ge tirdiği “veya” kelimesindenden sonra gelen “onlar, sözümü elbette sizden daha fazla anlarlar” (Müsned:6/170) ibâresi bunu gösteriyor.

[23] O, Muhammed İbnü İshâk İbni Yesâr el-Muttalibî, İbnü İshak diye meşhurdur. Özellikle meğâzî ve siyer ilminde bü yük Âlimlerden biridir. Ağır basan görüşü göre Hicri 86’da Medine-i Münevvere’de doğmuştur. 151’de (veya 150 ya da 153) vefat etmiştir. İbni Hişama nisbet edilen meşhur “Siyer”in müellifidir. Oğlu Mehdi’ye öğretmek için halife Ebu Cafer el-Mansûr’un emriyle bu kitabı yazmıştır. “Vefayatü’l-A’yân” (4/276)

[24] İbni Hişâm’ın “Es-Sîratü’n-Nebeviyye” (2/251) “Şerhu-Zürkânî alel-Mevâhib” (2/306) “İthafü’s-Sadetül Müttakîn” (1/380) İbni Kesîr’in “Es-Sira”(2/394)

[25] O Muhammed İbnü Abdilbâkî İbni Yusuf el-Mâlikî, Zürkânî diye meşhûr, Muhaddis, Fakih, Allâme. Hicri (1122) de vafat etmiştir. Hayatına şu kitablardan bakılsın. Ziriklî’nin “El-A’lâm” (6/184) “Silkü’d-Dürer” (4/32-33)

[26] “Şerhü’z-Zürkânî alel-Mevâhib” (2/307)

[27] Mürselât:35-36

[28] O, Abdurrahmân es-Süheylî ibnü Ebi Muhammed İbni Abdillah İbni’l-Hatîb Ebî Ömer (D:508 Ö:581) Meşhur bir imamdır. İbnü Hişâm’ın “es-Sîre”sinin şerhi olan ” Ravdü’l-Ünüf”ün sahibidir. Vefâyet’ül-A’yân (3/143-144)

[29] Buhârî (3976)

[30] Buhârî (3979)

[31] Neml:80

[32] Buhârî (3980)

[33] Buhârî (3976)

[34] Süheylî, er-Ravdu’l-Ünüf (5/175)

[35] Aynı kaynak (5/175)

[36] Neml:80

[37] Fâtır:22

[38] O Ebu Bekr Ahmed İbü İsmail ibni’l-Abbâs ismailî el-Cürcânî eş-Şafiî’dir (D:277-Ö:371). Muhaddis ve Fakihtir. Çok hadis işitmiş tir. Hafız el-İsmâilî diye meşhurdur. (Daha çok Buhârî’nin Sahîh’i üzerine yaptığı meşhûr “el-Müstahrec” isimli “Sahih”i ile tanınır.) “Tezkiratü’l-Huffâz” (3/347) İbnü Kesîr “el-Bidâye ve’n-Nihâye”(11/317)

[39] Tahrici daha önce geçti.

[40] “Şerh’üz-Zürkânî Ale’l-Mevâhib” (2/309)

[41] Kastalânî’nin”el-Mevâhîbü’l-Ledûnniyye” (1/189) O, İmâm Allâme, Fakih, Muhaddis, Ahmed İbnü Hanbel İbni Muhammed İbni Ebi Bekr Ebu’l-Abbâs Şihâbuddîn eş-Şâfiî’dir. (D:815-Ö: 923). “Ed-Davu’l-Lâmî” (2/103)

[42] O, Hafız Allâme Yunus İbnü Bekir İbnü Vâsıl eş-Şeybânî el-Kûfî Ebû Bekir’dir (Ö:199). Buhârî, “et-Tarihu’l-Kebîr” (8/411) İbnü Hacer, “Tehzîb’üt-Tehzîb” (9/456)

[43] İmam Ahmed, “el-Müsned” (25372), Heysemî, “Mecmau’z-Zevâid” (10023) Heysemî, “bunu İmam Ahmed rivayet etti, ricali de sağlam kimselerdir” dedi.

[44] Tirmizî (1055)

[45] Benzerini Ahmed rivâyet etti (25560). Heysemî de “Mecma’üz-Zevâid” (8/615 h. 14274)de bunu nakletti ve “ricali Sahih’in ricalidir; benzerini İbnü Sa’d (3/364) ve Hâkim de (3/61) rivayet ettiler” dedi.

[46] Hayatı daha önce geçti.

[47] “Feth’ul-Kadîr ale’l-Hidâye” Kitâbu’l-Cenâiz (2/106)

[48] Bunlara uymayan bilgileri ve bilgiçlikleri bırak; “bilmiyoru” de ve bunlara teslîm ol.

[49] Nahl:14

[50] “Feth’ul-Kadîr” Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i ziyaret faslı (2/169)

[51] Veyâ “es-Sîretü’l-Ömeriyye”de. Ebu Nuaym, “Ed-Delâil”, (Muhibbu’t-) Taberî, “Riyâzu’n-Nadra” (2/326) Suyutî “Tarîh’ul-Hulefâ” (117)

Ed-Diyarbekrî “Tarîh’ul-Hamîs” (2/243) tamamı Amr İbnü Bekr’den rivayet etti.

[52] Benzerini İmam Ahmed rivâyet etti (el-Fethu’r-Rabbânî:18/109), Ebu Davûd (252), Hâkim “el-Müstedrek” (2/297), ibnü Cerîr (4/113), Beyhakî, “Delâil” (3/304), Ebu Ya’lâ, “el-Müsned” (2331), Tirmizî (301)

[53] Ali İmran (169–170)

[54] Bazı tarıklerinde “biz de O’ndan râzı olduk” lafzıyla.

[55] Buhârî (2801, 2814, 3064, 4090, 4091, 4095)

[56] Benzeri, Tirmizî (1071), İbnü Hibbân (3117), İbnü Ebi Âsım “es-Sünne” (864), Acürrî, “eş-Şeria” (365), Beyhakî “Kabir azabının isbatı” (56)

[57] Furkan:28.

Bir sonraki yazı dizisinde “Ölüler Konuşurlar Veya Kur’ân Okurlar mı?” “Allah’dan Başkasına Seslenmek Câiz Değil midir?” “Ölülerden Yardım İstemek Câiz Değil midir?” meselelerini izah edeceğiz…

(devamı için tıklayınız; http://www.medresetulmahmudiyye.com/reddiye/tevessul-ve-istigase-2/