Özel Haber »

“Sünnilik Ve Şiilik Diye Bir Dinimiz Yoktur” Sözüne Dair İlmi Tahlil

Son günlerden çokça tartışılan “Bizim Sünnîlik diye bir dinimiz yoktur, Şia diye bir dinimiz yoktur, tek dinimiz İslâm’dır” sözünün ilmi ve tarihi açıdan tahlili.

Devamını Oku... »
Makaleler

İslam, İbadet Rehberi, Fıkıh, Akaid, Tefsir, Güncel Yorumlar

Reddiyeler

Batıl Fırkalar, Batıl İnançlar, Bidatlar, Güncel Reddiyeler, Dinler Arası Diyalog

Kültür – Tarih

İslam Tarihi, Osmanlı Tarihi, Padişahlar, Tarihi Arşiv belgeleri, Vesikalar, Mecmua nüshaları

Unutulmuş Sünnetler

Sünnetin Önemi, Günlük Sünnetler, Hilye-i Şerif, Siyer-i Nebi, Riyazü’s Salihin

Boykot Kelimeler

Uydurma, Yersiz, Manasız, Boykot Kelimeler

Anasayfa » Reddiyeler


Mezhepsizlik Bid’attır ve Mezheplere Dâir

yol

Mezhep kelime itibari ile ”gitmek, izlemek, gidilen yol” demektir. Istılah (terim) olarak ise, dinin aslî (inanç) veya fer’î (ibadet-muamelat) hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta otorite sayılan âlimlerin (müctehid) ortaya koyduğu görüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem manasına gelmektedir.

Mezheplerin, Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz döneminde olmaması gayet tabidir zira Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hayatta iken sahabeler arasında herhangi bir ihtilaf yoktu. Dinin usul ve füruunda sahabelerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e sorar, O da açıklardı.

Fakat Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından ve bilhassa Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer dönemlerinden sonra çıkan ihtilaf ve fitnelerle birlikte ilk siyasi ve bidat mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu siyasi mezhepler dini kisveye bürünmüşlerdi.

Şunu belirtelim ki akaidde ihtilaf zararlıdır. Akaidde ihtilaf, bid’at ve sapıklığa götürür. Sapıklık da büyüdüğü zaman küfre kadar iletir. Akaidde ihtilaf, İslam ümmetinin birliğini bozar, dinde tefrika doğurur. Bu sebeple, sahabe ve bunlara güzellikle tabi olan selef âlimleri akaidde ihtilafı haram saymışlar ve buna asla cevaz vermemişlerdir. Çünkü ümmetin birlik ve dayanışmasını aynı iman esasları etrafında ittifak etmek sağlar. Kamil imanın müminleri birbirleriyle birleştirdiği kadar başka hiç bir şey birleştiremez.

Fıkıhtaki ihtilaflar, itikattaki ihtilaflar gibi bid’at ve delâlete götürmez. İtikadî ile amelî hükümdeki ihtilaf arasında büyük fark vardır. İslâm dininin akaidinde kesin delilsiz ihtilaf haram, bid’at ve dalalet sayılırken fıkhi meselelerde içtihadların farklılığı rahmet sayılmıştır. Böylece zaman ve mekânlara göre ümmete geniş imkânlar sağlanmış olur.

Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Muaz İbn Cebel’i Yemen’e vali olarak tayin ettiği vakit kendisine şöyle sormuştur;
– “Ne ile hükmedeceksin?”
– O da “Allah’ın kitabıyla”
– “Onda bulamazsan.”
– Muaz: “Rasulullah’ın sünnetiyle hükmederim” dedi
– “Bunların her ikisinde de bulamazsan ne yaparsın.” diye sorunca
– Muaz: “O zaman re’yimle (görüşümle) ictihad ederim.” dedi.
– Rasulullah bu cevaptan memnun kalarak “Rasulünün elçisini, resulünün razı olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun “ buyurdu.1
Böylece Rasulullah Kitap ve Sünnet’te hükmü bulunmayan meseleler hakkında ictihad etmesine izin verdi. Fakih sahabiler de Muaz b. Cebel’in yolunu takip ettiler.

Abdullah (Radiyallahu Anh)’den rivayete göre Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz:
“Müslümanların güzel gördüğü bir şey, Allah katında da güzeldir”2 buyurmuştur.

Bu sebeple Müslümanların dini varlıklarını temsil eden bütün müçtehitlerin bir mesele hakkında aynı görüş ve kanaatte bulunmaları, o mesele hakkında şer’an muteber bir delildir, bir hüccettir.

Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, müctehidin içtihadında isabet ederse, iki sevap, iyi niyetle Allah rızası için yaptığı içtihadında hata ederse, bir sevap alacağını ifade etmiştir.3

Mezheplerin Kuruluşu
Hicri 1. yüzyılın sonlarından itibaren mezheplerin kurucuları, akaid ve fıkıhtaki görüşlerini beyan ederler, meselelerin hükümlerini açıklarlardı. Bunlardan okuyanlar ve yazanlar, sözlerini ve içtihadlarını duyan insanlar, bunların görüş ve açıklamalarına uyarlardı. Böylece bu zatların görüş ve içtihadları halkın anlayışlarında bir mezhep olarak yerleşip kalmıştır. Mezhep sahibi olan bu büyük âlim ve imamlar hiç bir zaman, biz bir mezhep kuruyoruz, bize uyunuz, diye halkı görüşlerine uymaya çağırmazlardı. Hükümdar, emir gibi kimselerin davet ve emriyle de bir mezhep kurmaya yeltenmemişlerdi.

Mezheplerin ortaya çıkışına neden olan sebepler olarak şunlar zikredilebilir:

İnsanların anlayış-zeka seviyelerin farklı olması; insanların arzu ve isteklerinin uyuşmaması; metot ve ölçülerin farklı olması, mesela mutezile aklı esas almış, ehlisünnet ise nakli esas alırken aklı destekleyici olarak görmüştür. Kuran’da muhkem ve müteşabih ayetlerin bulunması, müteşabih nasların belirlenmesi ve bunların tefsir ve te’villerinin ihtilafa yol açması; hadislerin, zabt edilme ve senedi konusunda konulan şartlar sebebiyle sahih, hasen ve zayıf kısımlarına ayrılması, zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği gibi meselelerin ihtilafa yol açması; Arapça’nin belagat ve gramerinin tüm incelikleriyle bilinememesi; hilafet çekişmeleri, ırkçılığın gelişmesi, fethedilen yeni yerlerde yeni kültürlerle karşılaşılması, örf ve adetlerin değişiklik göstermesi gibi nedenler mezheplerin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.

Mezhepler Bidat midir?
Bugün mezhepleri bidat olarak değerlendirmek doğru değildir. Bidat; bazı kimselerin dinde olmayan bir şeyi sonradan ortaya atıp bunu şer’î imiş gibi göstermeleri ve bununla Allah’a ibadeti kastetmeleridir.

“Asr-ı Saadet’te mezhep yoktu, binaenaleyh bid’attir” diyenler büyük bir gaflet ve cehalet içindedir zira Asr-ı Saadet’te Mushaf (Kitap şeklinde Kur’ân) da yoktu! Binaenaleyh Mushafa da mı bid’at diyeceğiz? Mushaf, Kitabullah’ın metninin, ilâhî nazmın tamamını bir araya getirmiştir; fıkıh mezhepleri de Kur’ân’ın ve Sünnetin hükümlerini bir araya getirmiştir. Hiçbir kimsenin hakkı ve haddi yoktur ki kendi kafasından bir hüküm koyabilsin.

Mezhepler Rahmettir
Bugün dört büyük mezhep, Müslümanlar hakkında bir ilahi rahmettir. Bunlar dört temel delilden dini hükümleri çıkarmış, Müslümanlara takip edecekleri yolu açıkça göstermişlerdir. Artık bunlardan her hangisinin mezhebine uyan bir Müslüman hak bir mezhebe intisap etmiş, Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in yolunda bulunmuş olur.

Bu pek muhterem müçtehitlerin hepsi de dini meselelerin esasında ittifak etmişlerdir. Aralarında bir ayrılık yoktur. Ancak ikinci derecede bulunan bir kısım fer’î (ayrıntılı) meselelerde ihtilaf etmişlerdir. Fakat güzelce incelenirse görülür ki, bunların birçoğu da görünüşte bir ihtilaftan başka şey değildir. Çünkü bu meselelerin birçoğunda bu mübarek zatlardan biri, bir azimet ve takva yolunu, diğeri de bir ruhsat ve müsaade yolunu tercih etmiş, bu şekilde ümmet-i merhumenin önünde geniş bir rahmet sahası açık bulunmuştur. İşte Abdullah ibn-i Abbas (Radiyallahu Anh)’den rivayet edilen Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin: “Ümmetimin ihtilafı bir rahmettir.”4 hadis-i şerifi ile buna işaret buyrulmuştur.

Dinimizin bir ilâhî yönü, bir de insanların anladığı ve uyguladığı yönü vardır. Mezhep, bunlardan ikincisine karşılık gelmektedir. Dolayısıyla mezhep, bir veya birkaç meselede kendine has bir anlayış geliştirip başkalarına muhalefet eden kimsenin oluşturduğu basit bir olgu olmayıp İslâm’ı benimseyen bir zümrenin bütün fikir ve amel tarzları ile töre, âdet ve geleneklerinin bütününü ifade eder.

Bir Mezhebe Tabi Olmak Zorunluluk mudur?
Dinin temel kaynaklarından hüküm çıkarmaya gücü yetmeyen kimselerin bu işin ehli olan müçtehid kimselere tabi olması, Allah Teâlâ’nın kesin bir emridir. Cenab-ı Hak Mevla Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerin’de şöyle buyuruyor: “…Eğer bilmiyorsanız, ehl-i zikre, bilenlere sorun.”5

Ayet-i Kerimede geçen “ehl-i zikir”den maksat âlimlerdir. Bu emirden de anlaşılmaktadır ki: Müminler, bilmediklerini bilenlere sormakla mükelleftirler. Bu nedenle herkes tabi olduğu mezhebe göre hareket etmeli ve bundan sorumlu olacağını bilmelidir.

Evet… Düşünmeli ki, Müslümanlıkta ibadetlere, muamelelere ve diğer konulara âit ne kadar çok meseleler vardır. Bunların hükümlerini, Kur’an-ı Mübin ile hadis-i şeriflerden ve ümmetin icmâından bulup meydana çıkarmak öyle her Müslüman için kolay bir şey değildir. Bu pek büyük bir ihtisas işidir.

İşte bu yüksek müctehidler, bu vazifeyi sadece Hak Teâlâ’nın rızası için yapmış, Müslümanlara lazım olan bütün meseleleri açıkça bildirmiş, her asırda milyonlarca ehli İslama rehber olmuşlardır.

dipnot
(1) Ebû Dâvud; Akzıye:11; No:3592; 2/327; Tirmizi; Ahkam:3; No:1332; 3/62; Nesâî; Kuzat:11; No:5334; 8/230; A. b. Hanbel; 5/230
(2) Hakim, el-Müstedrek: 3/78, A,b.Hanbel, 1/379, Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, 9/112
(3) Buhari, el-İ\’tisam, 21; Müslim, el-Akdıye, 6
(4) Deylemi, Firdevs; No:6497; 4/160; Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliya;7/119
(5) Nahl Sûresi:43

Etiketler:, , , , , ,