Özel Haber »

“Sünnilik Ve Şiilik Diye Bir Dinimiz Yoktur” Sözüne Dair İlmi Tahlil

Son günlerden çokça tartışılan “Bizim Sünnîlik diye bir dinimiz yoktur, Şia diye bir dinimiz yoktur, tek dinimiz İslâm’dır” sözünün ilmi ve tarihi açıdan tahlili.

Devamını Oku... »
Makaleler

İslam, İbadet Rehberi, Fıkıh, Akaid, Tefsir, Güncel Yorumlar

Reddiyeler

Batıl Fırkalar, Batıl İnançlar, Bidatlar, Güncel Reddiyeler, Dinler Arası Diyalog

Kültür – Tarih

İslam Tarihi, Osmanlı Tarihi, Padişahlar, Tarihi Arşiv belgeleri, Vesikalar, Mecmua nüshaları

Unutulmuş Sünnetler

Sünnetin Önemi, Günlük Sünnetler, Hilye-i Şerif, Siyer-i Nebi, Riyazü’s Salihin

Boykot Kelimeler

Uydurma, Yersiz, Manasız, Boykot Kelimeler

Anasayfa » Mahmudiyye Özel


Kürtaj ve Hükümleri

<!--:tr-->Kürtaj ve Hükümleri<!--:-->

Takipçilerimizden gelen sualler neticesiyle ele alacağımız mesele, İslam âleminden de öte insanlığın gündemini defalarca meşgul etmiş ve bazı zamanlarda da meşgul etmeye devam eden, ayrıca son günlerde meclisin hatta tüm kamuoyunun gündeminde olan çocuk aldırma (kürtaj) meselesi hakkında olacaktır.

Bizleri erkek ve dişiden yaratıp ve nimetlerin en fevkinde olan İslam nimetiyle nimetlendiren ve kâinatın efendisi hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinden olma bahtiyarlığını bizlere ihsan eden Allah’ü Taala hazretlerine hamd olsun.

Evleniniz çoğalınız zira ben kıyamet gününde sizin (çokluğunuz) la övüneceğim[1] Buyuran Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) ’in , al ve eshabı’nın vede kıyamete kadar onun getirdiği dini kendi hayatlarında düstur edenlere salat ve selam olsun.

Tıp dilinde rahim içinden doku almak anlamına gelen kürtaj, genel olarak istenmeyen gebeliğin sonlandırma amacıyla yapılmasının yanında biopsi veya tedavi amaçlıda uygulanmaktadır. Ancak ifade sadedinde bulunduğumuz konunun sadece çocuk aldırma uygulaması olduğundan biopsi veya tedavi amaçlı yapılan kürtaj işlemlerinden bahsetmeyeceğiz.

Usulü fıkıh kıtaplarımız’ın (maslahat) bölümünde İslam dininin beş temel ilkesi olduğundan bahseder, bunlarda: Dinin muhafazası, Nefsin muhafazası yani İnsan hayatının korunması, Neslin muhafazası yani nesebin korunması, Aklın muhafazası, Malın muhafazası dır[2]. Görüldüğü gibi İnsan hayatının muhafaza altına alınması İslam’ın beş temel ilke ve amaçlarından biridir. Ayrıca mahlûkatın en şereflisi olan İnsanın saygınlığı ve dokunulmazlığı İslam dininin ısrarlı bir şekilde üzerinde durduğu ana fikirlerden biridir. İnsan babasının sperminin annesinin yumurtasıyla buluşup döllenme neticesiyle de olsa yaşam hakkını sperm sahibi ve yumurta sahibi anne babasından almamaktadır. Bilakis bu yaşam hakkı kendisine, sperm ve yumurtanın rahimde döllenmesiyle, Yaratan tarafından verilmiş temel hakkıdır. Dolayısıyla bu safhadan sonra anne ve baba da dâhil olmakla beraber hiçbir kimsenin çocuklarının hayatına son verme gibi bir hakka sahip değillerdir. Bu itibarla İslam’ın kabul ettiği manada bir gerekçe olmaksızın anne karnındaki çocuğun aldırılması yani kurtaj yapılması genel olarak İslam hukukunda doğru olarak kabul edilmemiştir. Zira efendimiz sallallahu aleyh’i ve sellemin: Evleniniz çoğalınız zira ben kıyamet gününde sizin (çokluğunuz) la övüneceğim sözündeki teşvikine münafi olduğu gibi, İslam dininin fıtrat dini olması, dolayısıyla fıtrata aykırı olan her şey’in İslâm’a göre de mahzurlu olması bir hakikattir.

İslam fukahası sperm ve yumurtanın hangi safhadan itibaren cenin sayılacağı ve bu ceninin kürtaj dediğimiz alınmasıyla kişiye terettüp edecek günahın farklı olup olmayacağı konusunda tartışmışlardır. Aynı bu derecede İslam Hukukcuların dan, rahimdeki çocuğa ruh verildikten sonraki durumu ile ruh verilmeden önceki durumunu ve şekillenip şekillenmeden önceki durumunu ayıranlarda olmuştur.[3] Yani anne rahmindeki embriyo dediğimiz cenin için, şekillenmeden önceki hali şekillendikten sonraki hali, ruh verildikten sonraki hali ruh verilmeden önceki hali diye genel olarak dört kısımda fukaha tarafından incelenmiştir.

Bu konuyla alakalı yani insanın anne rahmindeki devreleri hakkında Allahü Teâla hazretleri şöyle buyurmaktadır: Andolsun ki, biz insanı süzülmüş, özlü balçıktan yarattık. Sonra onu “nutfe (meni, sprem) olarak muhkem bir karargâha (rahme) koyduk. Sonra nutfeyi (yapışkan) bir kan pıhtısı haline getirdik. Ardından kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, bu çiğnemi kemiklere çevirdik, kemiklere de et giydirdik, sonra da onu başka bir varlık yaptık, şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir. Sonra siz bunun ardından elbette öleceksiniz.[4]

Bu devreler hakkında da Efendimiz sallallahu aleyh’i ve selem şöyle buyuruyor: Sizden her biriniz kırk gün annesinin karnında tutulur. Sonra bir o kadar da orada yapışkan pıhtı olur. Sonra bir o kadar da orada bir çiğnem et halinde bulunur. Sonra da melek gönderilir ve ona ruh üfler.[5]

Müslim’in rivayet etmiş olduğu bir başka hadisi şerifte de:Nutfe nin üzerinden kırkiki gece geçince Allah ona bir melek gönderir. O da onu şekillendirir, kulağını, gözünü, cildini, etini ve kemiklerini yapar…[6]

Ayet’i kerime ve hadisi şerifler doğrultusunda, döllenen meni anne rahminde kırk gün anne rahmiyle herhangi bir irtibatı olmadan kalır. Sonra (âlaka) dediğimiz bir pıhtı parçası olarak rahimle alaka kurar. Bu surede kırk gün kadardır. Sonra bu (âlaka) yapışkan pıhtı bir et parçası olur. Kemikleri ve eti oluşur. Bu üçüncü devrede üçüncü kırkın sonuna kadardır. Sonra ilk üç safhadan farklı bir yaratış meydana gelir ki buda cenine ruh verildiği safhadır. Yani cenin için 120 gün tamamlandığında ruh verilmiş olur. Ancak ruh sahibi olmasıyla canlanmasını aynı olarak kabul etmekte mümkün değildir. Sperm ile yumurtanın birleşmesiyle bir canlılık ve bütünlük kazandığını, an an oluşumunu tamamladığı hatta ilk birkaç haftadan itibaren organlarının teşekkül ettiğini de müşahede etmekteyiz. Lakin İnsan; Ekseriyetinde üzerinde olduğu görüş doğrultusunda ruh ve bedenin bütününün ismidir. Sadece ruhun ismi değil.[7]

Bu itibarla Âlimlerin bir kısmı 120. günden önceki ölümü normal bir insanın ölümü gibi değerlendirmiyorlar. Diğer bir ifadeyle 120. günden evvelki kürtaj ile 120. günden sonraki kürtaj’ı hüküm itibarıyla ayırıyorlar. Ve buna delil olarakda ayeti kerimede devrelerin arasını (ثم) sonra kelimesiyle ayrılmasını devrelerin birbirleriyle tam olarak farklı olduklarını birbirlerinden diğerine geçişin bir dönüşüm olduğunu ileri sürerek, ayeti kerimelerde geçen (sonra da onu başka bir varlık yaptık, şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir. Sonra siz bunun ardından elbette öleceksiniz.) hükmünün işaretiyle ölümün ancak bu dönemden sonra yani ruh üflenildikten sonra olabileceğini söylemektedirle

Yukarıda zikri geçen Buhari ve Müslim’in rivayet etmiş oldukları hadisi şerif doğrultusunda ruhun 120. günde üflendiğinde İslam Hukukçuları arasında görüş birliliği vardır.[8] Ruhun yüzyirmi günde üflendiği konusunda ittifak, bulunduğu için yukarıda zikri geçen Müslim’in rivayet etmiş olduğu ikinci hâdisi şerifi de; “ceninin kırk günde şekillenmesi değil, bunun melek tarafından yazılması” şeklinde tevil edenler olmuştur. Ancak kanaatimizce bu tevile gerek yoktur. Zira biraz öncede ifade ettiğimiz gibi cenine ruh’un üflenmesi o ceninin daha önceden şekillenmesine mani değildir. Nitekim günümüzdeki ayrıntılı tıp da Müslim’in rivayet etmiş olduğu hadisi şerif’in zahirini (her ne kadar şekillenmenin 40-42-45. günler gibi farklı rivayetlerde olsa[9] ) teyitlemekdedir.

Ruh üflendikten sonra çocuk aldırmanın yani kürtaj’ın haramlılığı konusunda ve bu davranışın cinayet telakki edileceğinde İslam Hukukçuları arasında herhangi bir ihtilaf yoktur.[10] Fukahanın bu mutlak ifadesinden annaşılan çocuğun alınmamasında anne hayatı için tehlike olup olmamasını müsavi olmasıdır. Nitekim Hanefi fukahasından İbni Abidin, Haşiyesinde: Şayet çocuk anne karnında canlı ise ve alınmaması durumunda anne hayatından korkuluyorsa bile çocuğun alınması yani öldürülmesi caiz değildir, buyurarak ifadesine şöyle devam etmiştir: Zira annenin ölümü vehmidir yani kesin değildir. Rahmindeki çocuğun hayatı ise fil vaki kesindir. Dolayısıyla vehmi olan bir şeyden dolayı yani annenin ölümünden dolayı kesin olan yani çocuğun hayatı yok edilemez yani öldürülemez.[11] Bu konu (mecmeâl fıkhiyye) dediğimiz İslam fıkıh toplantısında dile getirilip uzunca müzakereler neticesiyle İbni Abidin gibi birçok Hanefi fukahasının hılafına şu kanaate varılmıştır: Şayet annenin hayatını kurtarma gibi tıbbi ve kesin (yani var sayımla değil) bir zaruret ortaya çıkmışsa o zaman anne karnındaki ceninin tıbbi bir müdahale ile alınması caiz görülür. Ancak burada dikkat edilmesi gereken unsur anne hayatının tehlikesi kesin olmasıdır. Bu durumda yukarıdaki ifade doğrultusunda kesin olan anne hayatı (yani fil vaki canlı olması) her ne kadar şu anda canlı olsada doğuma kadar canlı olması kesin olmayan anne karnındaki çocuk için tercih edilir. Yani anneden sebep rahimdeki çocuk düşürülebilir.[12]

Anne karnındaki cenine 120 günlük olmasıyla ruh verildiğinde ittifak var demiştik ve aynı bu doğrultuda cenine ruh verildikten sonrada şer’i bir gerekçe olmadan kürtaj yapılmasının haram olmasında da İslam Hukukçuları arasında görüş birliliği vardır. Ancak cenine ruh verilmeden önce aldırılma meselesinde ise İslam hukukçuları arasında görüş birliliği yoktur. Bunların bir kısmı çocuk yaratılmadan önce (bu görüş sahiplerinin yaratılıştan kasıtları ruh’un üflenmesidir
[13]) kürtaj mutlak halde caizdir, derken bir kısmı da bu görüşün tam tersine ruh verilmeden önce olsa bile mutlak halde mekruh görmektedir. Gerekçe olarak da rahimde vaki olan suyun (emriyo’nun) geleceği hayattır, dolayısıyla onun için hayat hükmü verilir, tıpkı hac babında ihramlı olan kimsenin av hayvanının yumurtasını kırmasıyla üzerine cezanın terettüp ettiği gibi. Hanefi mezhebinde ekseriyetin üzerinde olduğu görüş: İslam’ın kabul ettiği bir manada özür olmadığı müddetçe bu işin helal olmaması üzerinedir. Ancak kabul edilecek bir manada özrün olmasıyla caiz olacağı mezhep içinde ifade edilmiştir.[14] Hanefi hukukçuların dan , bu özürleri şu şekilde ifade edenler olmuştur: 1- Gebelilik, emzirmekte olduğu çocuğun sütüne zarar vermesi ve babanın da süt anne bulacak güçte olmaması. 2-Çevrenin bozuk olup İslam’i terbiyenin mümkün olmaması. (Kanaatimce bu özre şu şekilde itiraz edilebilir: İçinde bulunduğumuz toplumun ahlak yapısının bozulmasında ferdi olarak Müslümanlara yakışan toplumu bu sapkınlıklarıyla baş başa bırakmak değildir. Bilakis toplumun düzelmesi için gayret sarf etmeleri gerekir. Zira bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın zihniyeti İslami bir zihniyet değildir. Toplumun düzelmesi de bireylerin yani fertlerin düzelmesinden geçer, nitekim toplumu oluşturan fertlerdir. Durum böyle olunca ben çocuğumu İslam terbiyesiyle yetiştiremem deyip de bu sorumluluktan kaçmak kanaatimce İslam ruhuna aykırıdır. Burada Müslümanlara düşen İslam terbiyesi almış nesiller yetiştirip İslam ahlakından yoksun olan toplumun her an İslam dan uzaklaşması yerine İslam ile tanışmalarını ve asıllarına rucu etmelerini sağlamaktır. Berki burada nesli kaybetmek gibi bir risk olabilir, ancak bu risk den dolayıda toplumun karanlığa doğru gitmesine de göz yummak doğru olmadığına kanaat ediyorum. Her şeyin en iyisini bilen şüphesiz Allah tır.) 3- Kadın hastâ olup, âdil tıp tarafından hamileliği sebebiyle hastalığının artacağını, ya da olmayan bir hastalık ortaya çıkacağının söylenmesi.
Maliki mezhebinde kabul edilen görüşe göre ise döllenme olduktan sonra, kırk günden önce de olsa cenini aldırma ya da düşürmek caiz değildir.[15]

Şafiler ve özelliklede İmamı Gazali aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Kırk, ya da yüzyirmi güne kadar kürtajın dinen mahzurlu olmadığını söyleyenlerin görüşünü yukarıda ifade etmiştik. Ancak işin bir diğer önemli yönü daha vardır: Kırk, ya da yüzyirmi güne kadar kürtajın dinen mahzurlu olmadığını söyleyenlerin görüşü kabul edilse dahi, mazeret olmadan bir kadının avretini başka erkeklere hatta kadınlara göstermesinin haram olduğu dinen sabittir; Şu anda hamile kalmış ve çocuk istemeyen kadının önüne iki yol çıkar. a-Ya bir doktorun, ebenin vs. tıbbî müdahelesini istemek (kürtaj). b- Ya da çeşitli ilkel metotlarla yahut ilaç yardımıyla bunu kendisinin veya kocanın yapması… Birinci yola gitmesi halinde avretini, zaruret olmaksızın açmakla bir haram işleyecektir ki, bu yine ittifakla câiz değildir. Ikinci yola girmekle, tıbbın tesbitlerine göre çok büyük bir ihtimalle sağlığını tehlikeye atacak ve bundan, öncelikle anne zarar görecektir. Başarılamaması halinde de sakat ve yetenekleri körelmis çocukların doğmasına sebep olacak; böylece hem ömür boyu vicdân azabı çekilecek; hem de aile ve toplum olarak maddi, manevi zararlar görülecektir. Adil tıbbi İslamın hakem kabul ettiğini ve onun mahzurlu dediğine mahzurlu dediği düşünülürse, bu uygulamanın da en azından mekruh olduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıdaki ihtilafı özetlemek gerekirse İslam hukukçuların çoğunluğu, hangi safhada olursa olsun çocuk düşürmeye izin vermezken diğer bir kısmı ise mutlak halde izin veriyor. Bir kısmı da özrün olması ve olmaması diye iki kısımda inceliyor. Diğer bir kısım ise de 40-42-120 günden önce ve sonra diye hükümlerini ayırıyor. Ruh üflendikten sonra çocuk düşürmenin ve ya aldırmanın haram olduğunda İslam hukukçuları arasında görüş birliliği olduğunu da yukarıda ifade etmiştik.

Netice olarak İslam’ın kabul ettiği bir manada herhangi bir gerekçe olmadan kürtaj caiz değildir. Anacak bu yasaklılık 40-42. günden önce mekruhluluk derecesindedir. Zira bu merhaleden önce çocuğun uzuvları yukarıda da ifade edilen hadisi şerifçe de yaratılmamıştır. 40–42. günden sonra bu yasaklılığın derecesi hamlin müddeti doğrultusunda artar, taki hamil yüz yirminci güne ulaşınca zira bu safhadan sonra yasaklılık haram derecesine yükselerek bu işlem haram olur. Kürtaj işlemini caiz kılan özürlerin de boyutu tıpkı kürtaj’ın yasaklılığındaki boyut gibidir. Yani 40-42. günden önceki özürler fazla şiddetli değilken bu günlerden sonraki özürler ise daha şiddetlidir. Taki 120. gün oluncaya kadar, bu safhadan sonra kürtaj’ı caiz kılan özür sadece anne hayatının ölüm ile nihayete ermesidir ki bu konudaki ihtilafı yukarıda beyan etmiştik.[16]

Cenine karşı bir cinayet işlenmesi halinde gurre tabir edilen bir ceza tazminat ödenir. Gurre ceninin mirası kabul edildiğinden ceninin düşmesine sebep olan kimse hariç varisleri arasında paylaştırılır. İslam Hukukçuların ittifakıyla gurre’nin miktarı kamil bir insan diyetinin yirmide biridir. Gurre’yi gerektiren düşüğün konumu hakkında ulama ihtilaf etmişlerdir. Bu ihtilaf üstadımız Halil Günenç hoca efendinin (mevsua) adlı eserinde şu şekilde ifade ediliyor. Malikilere göre (mudğa)(alaka) dediğimiz rahimdeki o nesnenin çocuk olduğu bilinmesi durumunda gurre gerekir. Şafilere göre birkaç görüş ifade de edilse doğru olan cenine ruh öflendikden sonra gurre’nin gerekli olmasıdır. Hanefilere göre ise çocuğun uzuvlarından herhangi bir bölümünün oluşmasıyla güre gerekir.[17] Şafi ve Hanbeli fakihleri gurre ile birlikte kefaret ödenmesini de gerekli görseler de Hanefi ve Maliki fakihlerine göre kaffaret vacip değil bilakis menduptur.[18]

İslam dini gebeliği önleyici tedbirler almayı hoş görmüş ve eşlerin diledikleri zaman ve sayıda çocuk sahibi olmalarına imkan vermiştir, fakat başlamış olan gebeliği sona erdirmeyi doğru olarak kabul etmemiştir. Bundan dolayı bu işi yapmayı düşünen ve kendince buna bir takım gerekçeler bulan okuyucularımıza şiddetle bu işe girişmeden bu konuda mahir olan hocalarımızla fikir alış verişi yapmalarını ve şahısları adına fetva sormalarını tavsiye eder ve sizi Allaha emanet ederim. Selam ve Muhabbetlerimle…

[1] Magrifet’is-sünen vel’âsar lil-Beyhaki no:4277 – Musannef Abdurrezzak no:10391 – Eddurr’ul-Mensur :Maide 88
[2] Bak:Tahrir ve tahbir illetin kısımları – Teysir et-tahrir illetin kısımları – El-Bahr’ul muhit
[3] El-Mevsua’til-fıkhıyye el-kuveyti c:2 s:56
[4] Mü’minun 12-15
[5] Buhari no:2969 Müslim no:4781(lafız Müslim’in dir)
[6] Müslim no:4783
[7] Bak Tevsir’rür-razi mü’minün suresi 16. ayetin tevsiri.
[8] Tuhfe’tül-mevdüd bi-ahkam’il mevlüd 1/147 – Fetava er-remli: cenaiz – İsam İslam ve toplum 2/139
[9] Bak:Müslim no:4782-4783-4784
[10] El-Mevsua’til-fıkhıyye el-kuveyti c:2 s:57
[11] İbni Abidin: Matlabun fi-defnil meyyit
[12] Mecelle Düveli adet:5 cüz:1
[13] Bahr’rur-raik: ahkam’un-nifas – İbni Abidin c:3 s:192 – Feth’ül-kadir: nikah’ül-rakik
[14] El-Mevsua’til-fıkhıyye el-kuveyti c:2 s:58
[15] Haşiye’tüs-savi alaş’erh’ül-sağir: Mesele’tül-ihrac’ul-meni – Haşiye’tüt-dusuki: Mevani’un-nikah
[16] Fetava ez-zerka s:285
[17] El-mevsua’tül-fıkhiyye’tül-müyessirre c:2 s:237
[18] El-Mevsua’til-fıkhıyye el-kuveyti c:2 s:60