Özel Haber »

“Sünnilik Ve Şiilik Diye Bir Dinimiz Yoktur” Sözüne Dair İlmi Tahlil

Son günlerden çokça tartışılan “Bizim Sünnîlik diye bir dinimiz yoktur, Şia diye bir dinimiz yoktur, tek dinimiz İslâm’dır” sözünün ilmi ve tarihi açıdan tahlili.

Devamını Oku... »
Makaleler

İslam, İbadet Rehberi, Fıkıh, Akaid, Tefsir, Güncel Yorumlar

Reddiyeler

Batıl Fırkalar, Batıl İnançlar, Bidatlar, Güncel Reddiyeler, Dinler Arası Diyalog

Kültür – Tarih

İslam Tarihi, Osmanlı Tarihi, Padişahlar, Tarihi Arşiv belgeleri, Vesikalar, Mecmua nüshaları

Unutulmuş Sünnetler

Sünnetin Önemi, Günlük Sünnetler, Hilye-i Şerif, Siyer-i Nebi, Riyazü’s Salihin

Boykot Kelimeler

Uydurma, Yersiz, Manasız, Boykot Kelimeler

Anasayfa » Kültür - Tarih, Mahmudiyye Özel


Yanyalı Mustafa İsmet Garibullah Hazretleri Kimdir?

kabirismetOsmanlı Devleti’nin son döneminde İstanbul’daki en meşhur ve etkili Nakşibendî şeyhlerinden, Kutbül-evliya Es-Seyyid Eş-Şeyh Muhammed Mustafa İsmet Garibullah El-Yanyavi El-Nakşibendi El-Halidi Hazretleri, Mevlânâ Hâlid Ziyâeddîn hulefâsından Abdullâh-ı Mekkî’nin halîfesidir ve Silsile-i Zeheb (Altın Silsile) denmekle meşhur veliler zincirinin 31. ferd-i kamilidir. H.1223 (M.1808) senesinde Yanya’da dünyâya zînet verip, H.16 Zi’l-ka’de 1289/(M. 15 Ocak 1873) senesinde ahirete irtihâl eylemiş ve İstanbul Çarşamba’daki dergâhında defnedilmiştir.

Gençliği ve Tasavvufa İntisabı
İsmet Efendi bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Yanya’da 1223/(1808) senesinde alem-i dünyayı teşrif edip gençlik yıllarında Yanya Mahkeme-i Şer’iyye’si katipliğinde bulunmuşlardır. Risale-i Kudsiyye’lerinde bu konuda şöyle buyururlar:

“İlahi Mustafa İsmet ki ismim
Zuhuru Yanya’da oldu bu cismim
Aman garket visal-i bahre resmim
Bu resmim mahvolup Hakk’a gidelim
Cemal-i bâkemale seyredelim”

Cenab-ı Hakk’ın gönüllerine yerleştirdiği muhabbet ateşi hararetini hissettirmeye başladığında Yanya’dan ayrılarak Mekke-i Mükerreme’ye gitmişler; Mevlana Halid-i Bağdadi Hz.leri hulefasından Abdullah-ı Mekki’ye intisab ile Nakşibendi yoluna kudum kılmışlardır. Abdullah-ı Mekki Hz.leri aslen Erzincan’lı olup; Mekke-i Mükerereme’de mücavir kalarak, Ebu Kubeys Dağındaki tekkelerinde irşad ile meşgul olurlarmış. İsmet Efendi, yedi sene içerisinde seyr-ü süluklarını ikmal ve Hilafet-i Nakşibendiyye’yi hak etmişlerdir.

Daha sonra şeyhlerinden izin alarak Süleyman Efendi isminde bir zatın refakatınde Taif cihetine doğru yola çıkarlar. Çölde giderlerken devesinin çöküp yürümemesi üzerine Süleyman Efendi önde ilerlemekte olan İsmet Efendi‘ye hitaben: İsmet, İsmet! Şeyhimiz vefat etti. Vazifesi de bu fakire verildi. Geri dönelim” buyururlar ve dönerler.

Gerçekten de Mekke-i Mükerreme’ye vasıl olduklarında Abdullah-ı Mücavir fi Beledillah Hz.lerinin alemlerini değiştirdiği haberiyle karşılaşırlar. Bunun üzerine Şeyh Süleyman Efendi Mekke-i Mükerreme’deki dergahta irşad postuna cülus eder. Risale-i Kudsiyye’de bu zatın ismi şerifi şöyle geçer:

“Hususa Mekke’de Eş-Şeyh Süleyman
Oluptur naib-i menab-ı gavs-ı İrfan
Bu gavsın tut elin Hakk’a gidelim
Cemal-i bakemale seyredelim”

Risale-i Kudsiyye isimli eserlerini burada iken ilham ile kaleme almışlardır. Bu eseri ne niyetle ve nasıl yazdıkları eserin baş ve son kısımlarında gayet açık ifade olunmuştur.

İzdivacı, İstanbul’a Yerleşmesi ve Tekke’yi Kurması
İsmet Efendi Edirne’de iken sevgili ihvanlardan ve halifelerinden Hüseyin Kudsi Efendi’nin kerimesi ile izdivaç buyurmuşlardır. Bu evlilikten Nimetullah, Hafız, Ferdi, Behaeddin isimlerinde dört oğlu; Nakşiye ve Sıddika isimlerinde iki kızı dünyaya gelmiştir.

Sultan Abdülmecid devrinde İstanbul’a göçerek bir müddet kayınpederlerinin Koca Mustafa Paşa civarında satın aldıkları evde irşat ile meşgul olmuştur. Daha sonra şimdi dergahlarının bulunduğu yeri almak için sahibiyle anlaşmıştır. Bu arada Fener Patrikhanesi’nden “Kırmızı Kilise” denilen Rum okulunu buraya yaptırmak için çok yüksek paralar teklif edilmişse de yer sahibi:
“Ben malımı kiliseye vereceğime bedava olarak tekkeye veririm. Kıyamete kadar Cenab-ı Hakk’ın şerefli ismi zikredilir“ diyerek ehven fiyatla İsmet Efendi‘ye satmıştır. Tekkenin inşasından sonra Hz. İsmet Yanyavi kaddesallahü sırrahü’l âli: “Tekkeyi buldunuz galiba şeyhi kaybedeceksiniz“ buyurmuşlar.

Hakikaten de altı ay geçmeden arkalarında birçok ihvan ve altmış kadar halife bırakarak H. 16 Zilhicce 1289 (M. 15 Ocak 1872) tarihinde ahirete intikal etmişlerdir. Bâri Teala yüksek himmetlerini üzerimize sâyeban eylesin. Nisbet-i Kudsiyyeleri ile mensub olduğumuz halde ömrümüzü ikmal edip civarlarına kavuşmayı nasib eylesin. Amin.

İsmet Efendi’nin Tasavvufi Şahsiyetini Gösteren Hatıralar
İsmet Efendi , Abdülhamid Hân’ın Dahiliye Nazırı Mehmed Memdûh Paşa’nın da mürşididir. Paşa, Dîvân’ında mürşidi hakkında sahîfeler dolusu manzûmeler yazarak medhetmiştir.

İsmet Efendi’ye başta Sultân Abdülmecîd ve Sultân Abdülazîz merhûmlar olmak üzere, diğer devlet ricâlinden de büyük teveccüh gösterilmiştir. Hatta Sultan Abdülmecid Han, İsmet Efendi tekkesi müntesiplerinin her Perşembe akşamı türbesi başında Hatm-i Şerif okumalarını vasiyet etmiştir.
Müverrihînden Amasyalı Hüseyin Hüsâmeddin Efendi, “Âteş Hoca” denilen Mustafa Efendi’den nakletmektedir:

İsmet Efendi’ye intisâb etmek istediği hâlde bir türlü kuvvet-i kalb hâsıl olmaz imiş. Bir gün yolda güzel bir hânım görür. Hasbe’l-beşeriyye nazarı şiddetle taalluk eder. Bu sırada Şeyh İsmet Efendi’nin eli zuhûr eder. İki gözünün önünde haylûlet eder, kadına bakamaz olur. Bu burhân üzerine derhal gider intisâb eyler. Bu durumu Hz. Şeyh’e arz ettiğinde, tevâzuan “O el, benim değil, sizin dest-i himmetinizdir.” diye izhâr-ı âsâr-ı mahviyyet buyurur.

Mustafa İsmet Efendi (K.S.) yüksek yolları gereği enbiyanın imamı, evliyanın serdarı Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’i kendisine yegane rehber bilmiş, her işte ona uymayı en büyük saadet, onun izinde idrak edilen her anı en büyük kâr telakki etmiştir. Şeriatsız tarikatın mümkün olamayacağını üzerine basa basa anlatmıştır. İlme, irfana büyük ehemmiyyet vermiştir. Eserlerinden kendisinin de dini ilimlere ve Arap diline mükemmelen vakıf olduğu anlaşılmaktadır. Yegane gayesi kendisini yoktan var eden Allah’ını tanımak, bilmek, layıkı vechile ona kulluk yapabilmek olmuştur. Zamanın devlet erkanının, hatta devrin padişahının dahi ihvanları arasında bulunmasına rağmen dünya malı ve mevkiine zerrece itibar etmemiş, baki olan Allah’ının imanıyla doldurduğu gönlünde fani zevklere yer vermemiştir.

Nitekim Kendisine Padişah tarafından hediye edilen yüzlerce altını, bir gün içinde fukarâya ve ihtiyâca sarf ettiği, ihtirâsın en küçük bir nişanesini bile göstermediği rivayet edilmiştir.

Kendisinin dünya malı ve mevkiine itibar etmediğine dair şöyle de bir hikaye nakledilir:
Sultan Abdülmecid şeyhini ne zaman saraya yemeğe çağırsa İsmet Efendi yer gibi yaparak ekmekleri koynuna doldururmuş. Bunu farkeden müzevvirlerden birinin padişaha tezvir etmesi üzerine sofradan bir ekmek alarak eliyle sıkmış. Ekmekten damlayan kanları sultana göstermiş. Bununla dünya malının hakikatini, bu alemde yüksek derecelerde bulunanların tehlikelerden uzak kalmayacaklarını, mevki, makam büyüdükçe yüklenilen sorumluluğun da büyüdüğünü anlatmak istemiştir. Yoksa Abdülmecid Han’a karşı olan samimi hislerine, derin muhabbetine Risale-i Kudsiyye’leri şehadet etmektedir.

Yine nakledilir ki İsmet Efendi (K.S.) bir gün berberde traş oluyormuş. O esnada bir beyoğlu işlemeli koşumlar koşulmuş doru atıyla çıkagelmiş. Beyoğlunun teşrifi üzerine orada bulunanların hepsi ayağa kalkalar selamlamışlar. İsmet Efendi ise gelen gidenle alakasız bir halde gözleri kapalı oturuyorlarmış. Beyoğlu bir dervişin karşısında pervasızca oturuşundan son derece hiddetlenmiş. Yanına gelmiş. Eliyle tık tık diye kafasına vurup berabere hitaben: “Bu kabağı mı traş ediyorsun” demiş. Malum olunduğu üzre o devirlerde başta devamlı fes, sarık gibi şeyler bulundurulduğundan ustura ile tıraş olmak adet idi. Cenab-ı Şeyh’in mübarek başı da henüz tıraştan çıkmış olduğundan ve sabunları da üzerinde durduğundan, tabiri caizse hakikaten kabak gibi parlamaktaymış. Zavallı berber Şeyh Efendiyi tanıdığından kızarmış bozarmışsa da sükut etmek mecburiyetinde kalmış. İsmet Efendi ise bu yapılan hakaret kendisine değilmişcesine hiçi oralı olmamış. Beyoğlu hışımla geri dönüp atına binmek için zıplamış. Zıplamasıyla birlikte atın öbür tarafından tepesi üstü yere çakılması bir olmuş. Korkudan yuvasından fırlayacakmış gibi irileşmiş gözleriyle bakıp bağırmış:
– Aman berber. Ne oluyor?
Berber eliyle İsmet Efendi‘yi işaret edip cevaplamış:
– Kabağa sor, kabağa.

Hakikat-i Muhammediyye’ye mazhar olan bu gibi zatların vücutları gerçekte aleme rahmettir. Belaya sebebiyet vermezler. Fakat beyoğlu gibi bela arayanlar onlara çarpıp kendi kendilerini yaralarlar. Yoksa onların yanına bir nebze muhabbetle varanlar, yollarında çok cüz’i gayret sarfedenler dahi tarifsiz kazançlara nail olurlar. Nitekim İsmet Baba (K.S.): “Allahım bana vadetti. Dergahımın kapısından bir defacık muhabbetle bakanı bile unutmayacak. Kıyamet gününde ona şefaat edeceğim” buyurmuş. Bunun tezahür etmiş bir örneğini de şöyle hikaye ederler:

Vaktiyle Ortaköy’de oturan bir Arnavut her gün kalkar, yaya olarak tekkeye gelir, bahçede meşgul olur, akşam üzeri gene yaya olarak geri dönermiş. Ömrü tamama erip ecel vaki olduğunda kızı bu zatı rüyasında görüp halini sormuş. “Merak etme kızım, diye cevaplamış. Arnavut “Burada şeyh efendiler beni yanlarına aldılar. Rahatım gayet iyidir.”

Mevlana İsmet Garibullah Efendimiz Peygamber-i Zişan Hz.lerinin (S.A.V.) sünnet-i seniyyelerine uyarak halifelerinden her birine hallerine uygun birer lakap vermişlerdir. Mesela Halil Efendi’ye “Nurullah”, Mehmet Efendi’ye “Bahrullah”, Hüseyin ve Şerif Efendiler’e “Kudsi” demişler, kendilerine de “Garibullah” (Allah’ın Garibi) ismini layık görmüşlerdir.

İsmet Efendi Hazretlerinin orta boylu, zayıf vücutlu, uzuna yakın yuvarlak ve gayet güzel yüzlü, siyah gözlü, nurani, buğday tenli olduğu nakledilmektedir. Mübarek burunları gayet güzel olup, orta yeri bir miktar yüksekçeymiş. Vefatlarında henüz beyazlamaya başlamış olan saç ve sakalları siyah ve gür imiş. Kaş ve kirpikleri de keza siyah imiş. Azalar ve tenasüp mükemmel olup, bir hüsn-ü suretmiş.

Tarikat-ı Aliyye Silsilesi
Silsile-i Zeheb, Hz. Peygamber Aleyhissalat-ü Vesselam’dan kendilerine şu şekilde intikal eder:

Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz
Hz.Ebubekir (R.A)
Selman-ı Farisi (R.A)
Kasım bin Muhammed bin Ebubekr (R.A)
Cafer-i Sadık (R.A)
Bayezid-i Bestami (K.S.)
Ebülhasen-i Harkani (K.S.)
Ebu Ali Faramedi (K.K.)
Yusuf-u Hemedani (K.S.)
Abdülhalik-ı Gocduvani (K.S.)
Arif-i Rivegeri (K.S)
Mahmud-u İncirfagnevi (K.S.)
Ali Ramiteni (K.S.)
Muhammed Baba Semmasi (K.S.)
Seyyid Emir Külal (K.S.)
Şah-ı Nakşibend Muhammed Behaeddin (K.S.)
Alaeddin-i Attar (K.S.)
Yakub-u Çerhi El-Hisari (K.S.)
Ubeydullah-ı Ahrar (K.S.)
Muhammed Zahid (K.S.)
Derviş Muhammed (K.S.)
Hacegi Semerkandi (K.S.)
Muhammed Bakibillah (K.S.)
İmam-ı Rabbani (K.S.)
Muhammed Masum-ı Faruki (K.S.)
Eş-Şeyh Seyfeddin (K.S.)
Nur Muhammed Bedavüni (K.S.)
Habibullah-ı Can-ı Canan El-Mazhar (K.S.)
Abdullah-ı Dehlevi (K.S.)
Mevlana Halid-i Bağdadi (K.S.)
Abdullah-ı Mekki (K.S.)
Mustafa İsmet Yanyavi (K.S.)

Silsile-i Aliye İsmet Efendi‘den sonra şu şekilde devam etmiştir;
Halil Nurullah Zağravi (K.S.)
Hacı Ali Rıza El-Bezzaz (K.S.)
Ali Haydar Ahıskavi (K.S.)
Mahmud Ustaosmanoğlu Hazretleri (K.S.)

Etiketler:, , , , ,