Osmanlı Hanedanı Nasıl Soyuldu?
Medresetül Mahmudiyye kendilerine 10 gün süre tanınan ve bu süre içerisinde mallarına el konulacağı bildirilen Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye’den sürgün edildiği süreçte yaşananları kaleme aldı. “10 gün içerisinde gidin” tehdidi ile karşı karşıya kalan hanedan üyelerinin, sahip oldukları malları yok fiyatına satarak gitmek zorunda kaldıklarının ve bu süreçte tarihin belki de en büyük varlık transferinin yaşandığını hikayeyi duygulanarak okuyacaksınız.
“Şu köpek kadar dahi talihli değilim. O vatanımı görecek, suyunu içecek, ekmeğini yiyecek…. Ama ben…”
Bu insanı kahreden cümleleri kuran kişi, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz ‘Son Saraylı’ Neslişah Sultan’ın babası Ömer Faruk Efendi’den başkası değildir. Yıl 1952’dir. Eşi Mihrişah Sultan köpeğiyle birlikte vapura binerken vatan hasretinin buruklaştırdığı içini kelimelere böyle dökmüş Ömer Faruk Efendi.
TARİHİN EN BÜYÜK VARLIK TRANSFERLERİNDEN
Osmanlı hanedanının yurtdışına gönderilmesi, tarihin en büyük varlık transferlerinden birine sahne olmuştu aynı zamanda. Kendilerine sadece 10 gün süre tanınan hanedan üye ve mensupları, ellerinde ne var ne yok satmışlar veya birilerine devretmişler, sonra da Çatalca’dan trene bindirilip gönderilmişlerdi bilinmeyen şafaklara. Sürgün bitecek gibi değildi. Çünkü çıkan kanunda vatanlarından ‘ebediyen’ uzaklaştırıldıkları yazılıydı.
10 GÜN SÜRE VERİLDİ
Varlık Vergisi’yle azınlıklardan ne kadar malın başka ellere geçtiği öteden beri konuşulur da, kendilerine 10 gün içinde ellerinde ne varsa satmaları, aksi halde el konulacağı söylenen Osmanlı hanedanının elinden bu kısa sürede ne kadar paha biçilmez malın kimlerin ellerine geçtiği üzerinde nedense hiç durulmaz.
YAHUDİLERİN ELİNE GEÇTİ
Halbuki bu 10 gün, tarihimizin en büyük müzayedesine sahne olmuş, binlerce gayrimenkul ve değerli sanat eseri yok pahasına başka ellere geçmişti. Kazım Karabekir, yabancıların, Yahudi komisyoncular eliyle bu eşyanın nasıl yurt dışına aktardıklarını pek güzel anlatır. 600 yıllık bir hanedanın soyulduğu bu 10 günün tarihi mutlaka yazılmalıdır.
ONDA BİR FİYATINA KÖŞK
Düşünün, Abdülmecid Efendi’nin Bağlarbaşı’ndaki köşkü, bu kargaşalıkta onda bir fiyatına satılmıştı. Sonra da bu köşkün bir banka tarafından satın alındığı ortaya çıkmıştı.
Sultan V. Murad’ın torunlarından Osman Selahaddin Efendi anlatmıştı. Babası Ahmed Nihad Efendi, Türkiye’den ayrılırken mallarını apar topar birilerinin üzerine tapulayıp gitmiş. Artık onların insafına kalmış, verirler veya üzerine yatarlar. Ne kadar talihliymiş ki, Şehzade’nin çocukları, tapuları verdiği insanların çocuklarından gayrimenkullerini geri alabilmişler. Ama çoğu aile bu kadar şanslı olamadı, mallar haraç mezat satıldı, kapanın elinde kaldı.
SİRKECİ YERİNE ÇATALCA’DAN
Bakın, şair Nigar Hanım’ın oğlu Salih Keramet Nigar -ki Halife Abdülmecid’in özel katibiydi- 1976 yılında kendisiyle yapılan söyleşide yurt dışına nasıl gittiklerini nasıl anlatıyor:
“48 saatlik bir müddet verilmişti. Halife, erkanı ile birlikte hemen hazırlandı. Bir polis arabasına bindik. Binerken Abdülmecid Efendi, milletimizin ve memleketimizin selameti için dua etti. Edirnekapı’ya vardığımızda gün ağarıyordu. Açtık. Çatalca’ya müteveccihen yola çıkıldı. Sirkeci’den trene bindirilmiyorduk. Çünkü hadise çıkma ihtimali vardı.”
“MUSEVİLERİN VELİNİMETİSİNİZ”
Salih Keramet Nigar burada cereyan eden ilginç bir olaydan bahseder. Tam Çatalca’dan Simplon Ekspresi’ne binecekleri sırada Rumeli Demiryolları şirketinin Musevi amiri koşarak yanlarına gelir. Halife Abdülmecid’in ellerine sarılır. Öper. Ve şu sözleri söyler:
“Osmanlı hanedanı, Türkiye Musevilerinin velinimetidir. Atalarımız İspanya’dan sürüldükleri, kendilerini koruyacak bir ülke aradıkları zaman, onları yok olmaktan kurtardılar. Devletlerinin gölgesinde tekrar can, ırz, mal emniyeti ve hürriyetine kavuşturdular. Onların torunlarına bu kara günlerinde elimizden geldiği kadar hizmet etmek vicdan borcumuzdur.”
Abdülmecid Efendi’nin etrafında bulunan bazıları ağlamaya başlar bu hazin sözler üzerine.
Fakat Osmanlı hanedanına büyük saygısı olan Musevi vatandaş burada bırakmaz işi, onları yemeğe davet eder, karınlarını doyurur. Hürmette kusur etmemeye çalışır. Ve onları yolcular.
SON HALİFENİN HATIRA DEFTERİ
Salih Keramet Nigar, bunları 91 yaşındayken anlatır. Dahası, Halife Abdülmecid Efendi’nin bir hatıratı olduğunu söyler. Sürgün yıllarını dikkatle hatıra defterine geçirmiştir son Halife ama onun nerede olduğuna dair sır vermez. (Sebil, 16 Ocak 1976)
Belki günün birinde bu hatıra defteri yayınlanır da, hanedan açısından o zor günlerin hikayesini en yetkili ağızdan öğrenme imkanını buluruz.
“ASIL ÜZÜCÜ OLAN NOKTA!”
Asıl üzücü olan nokta ise şudur: Hanedan üye ve mensuplarının Türkiye’ye girişlerine 50 yıl sonra izin verilmişti ya, bu izin de hırsızlar, katiller, anarşistler ve ırz düşmanlarına uygulanan afla birlikte çıkmıştı. Yani adi suçlular veya terör suçlularıyla birlikte affedilmişti Osmanlı hanedanı.
BURDUR’UN İLÇESİNDEN 500’ÜN ÜZERİNDE TELGRAF
İlginç olan husus şudur ki, Meclis’te af kanunu görüşülürken, Burdur’un Tefenni ilçesinden 500’ün üzerinde telgraf çekilmiştir hanedanın affedilmesi için. Halkın hanedana gösterdiği sevgi ve saygının bitmediğini gösteren bu çarpıcı örneğe, Neslişah Sultan’ın birkaç gün önceki cenazesine katılan binlerce insanın görüntüsünü eklediğinizde bu sevgi ve saygının giderek arttığını görmek zor değil.
Bazılarının bastırılanın geri dönüşü dedikleri bu olsa gerek. Osmanlı, hanedanın kendisinden halkın arasına transfer oldu. Hanedanın asırlardır bir ayrıcalığı olan çok minareli camilerin her mahallede karşımıza çıkması boşuna mıdır sanıyorsunuz?
Etiketler:nasıl soyuldu, osmanlı hanedanı, soygun